Çocukların Bakımı ve Terbiyesi Nasıl Olmalı?

Annenin, çocuklarının bakımı ve terbiyesi konusunda göstereceği hassâsiyet ne olmalıdır?

Bir atasözünde “el-ümmü medresetün: anne mekteptir/okuldur.” denilmektedir. Kadın, evde çocuklarıyla daha çok birlikte olduğu için çocuklara güzel örnekler sergileyerek, onların rûhunda kalıcı izler bırakmak sûretiyle “ilk ve en büyük terbiyeci” olacaktır.

EFENDİMİZ'İN (S.A.V.) SÜTANNESİNE HÜRMETİ

Annenin ağzından çıkan her kelime, çocuğun şahsiyet binasına konulan tuğlalar gibidir. Anne yüreği çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır. Şefkatin en büyük menbaı annelerdir. Anne terbiyesinden mahrum çocukların terbiyesi güçleşir. Yüksek karakterli kişiler, daha ziyade sâliha annelerin yetiştirdiği çocuklardır.

Ev işleri, evlât terbiyesi, bey’ine hizmet gibi kıymetli vazifeleri vefâkâr omuzlarına olan fedâkâr sâliha bir anne, cidden engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır. İslâm âleminde, ciddî ve fazîletli Müslümanlar; ana-babaya, bilhassa anneye ait hürmetlerin en yüksek örneklerini vermişlerdir.

Başta Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, her hafta süt anneleri olan Halime -radıyallâhu anhâ-’yı ziyârete gider, mübârek cübbelerini yere serer ve sütannesinin bunun üzerine oturmasını isterdi. Sütanneleri, odaya her giriş çıkışlarında ayağa kalkar ve kendisine hürmet gösterirlerdi.

ANNELER ÇOCUKLARINI TERBİYE EDERKEN SAHABE HANIMLARINI MİSÂL ALMALI

Bilhassa çocuklar ile daha yakından alâka fırsatına sahip olan anneler, göz nûru yavrularını terbiye hususunda sahâbî hanımlarını misâl almalıdır. Şöyle ki:

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in terbiyesinde numûne an­ne­ler hâ­li­ne ge­len sa­ha­bî ha­nım­lar, Rasûlullah -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’i gör­mek­te ge­ci­ken ve uzun za­man gö­rüş­me­yen ev­lât­la­rı­nı îkaz eder­ler­di. Ni­te­kim Hu­zey­fe -radıyallâhu anh- bir­kaç gün Efen­di­miz -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’i gör­me­di­ği için an­ne­si onu azar­la­mış­tır. Ken­di­si bunu şöy­le an­lat­ır:

An­nem ba­na sor­du:

“–Pey­gam­ber Efen­di­miz’le en son ne za­man gö­rüş­tün?” Ben de:

“–Bir­kaç gün­den be­ri onun­la gö­rü­şe­me­dim.” de­dim.

Ba­na çok kız­dı ve fe­nâ bir şe­kil­de azar­la­dı. Ben de:

“–Dur kız­ma! He­men Rasûlullah -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- Efen­di­miz’in ya­nı­na gi­de­yim, onun­la be­ra­ber ak­şam na­ma­zı­nı kı­la­yım, son­ra da hem ba­na, hem de sa­na is­tiğ­far et­me­si­ni on­dan ta­lep ede­yim.” de­dim. (Tir­mi­zî, Me­nâ­kıb, 30; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, V, 391-2)

Bu terbiye istikametinde çocuklarımızı havâîliklerden, haşarılıklardan, israftan korumamız gerekir. Onlara güzel isim koymalı, Kur’ân’la tanıştırmalı, küçük yaşta kendilerine Rabbe kul olabilmenin, bilhassa namaz kılmanın zevkini; minicik, tozlanmamış ve kirlenmemiş yüreğine muhtaca yardımda bulunmanın, infâk etmenin sevincini tattırmalıyız.

Bu hususlarda yanlış ve hatâlı davranışlardan, yani bencilliği palazlandıracak olumsuzluklardan âzamî derecede kaçınmalıyız. Çünkü çocuklar, birer video kaseti gibi anne ve babalarındaki bütün davranışları eğrisini doğrusunu hiç ayırt etmeden, olduğu gibi kaydetme ve taklit etme meyli içindedirler. Meselâ infâkla alâkalı bir kötü davranışın çocuğun saf dimağını nasıl kuşatacağını tasavvur etmek için şöyle bir hâdise üzerinde düşünelim:

MUHTACA YARDIM ETMEYİ ÖĞRETMEK

Bir baba, kapıya gelen yaşlı, hasta ve perîşan durumdaki bir muhtacı, küçük kızının yanında azarlıyordu. Kızı da yaşının saflığı içerisinde:

“–Babacığım, niye bu zavallının kalbini incitiyorsun?” diye sordu.

Katı kalpli baba:

“–Bakma sen bunlara kızım! Böyleleri başkalarına yük olmaktan utanmazlar! Ellerine geçince de har vurup, harman savururlar. Bunlar belki de bizden daha zengindirler.” dedi.

Kapıya gelen kişi, çok fazla ihtiyaç sahibi olduğundan olacak:

“–Allah rızâsı için…” diye istemeye devam edince baba iyice öfkelendi ve:

“–Defol artık utanmaz!” diye bağırdı…

Bu hâdise karşısında küçük kız, ilk zamanlar acıma hissi ile dolu olsa da babasının bu tavır ve sözlerine şâhit ola ola yetiştiği için büyüdüğünde hiçbir muhtaca yardım etmeyen, üstelik onları duymayan, hissetmeyen, onların ıstırapları karşısında ürpermeyen bir kimse hâline gelmez mi?

BÜYÜKLERİN TAVRI ÇOCUĞUN ALIŞKANLIĞI OLUR

Bu itibarla merhum pederim Musa Efendi -kuddise sirruh-, bir muhtaca bir şey takdim edeceklerinde bazen küçük çocukların eliyle verir, onların infâka alışmasını temin ederlerdi. Bir defasında mühim bir hizmet için bağış toplanırken gözlerini, hemen yanı başında duran yedi-sekiz yaşlarındaki bir çocuğa tevcih etmiş bakıyordu. Bu bakışlardan habersiz çocuk, büyüklerindeki infâk seferberliği heyecanını hissetmiş olacak ki, küçük kalbinin büyük edâsı ile elindeki az miktardaki bozuk parayı yardım sandığına uzattı. Bunu gören Musa Efendi -kuddise sirruh-, o çocuğu yanına çağırdı, başını okşadı, güzel iltifatlarda bulunduktan sonra latîfeli bir şekilde:

“–Âferin evlâdım, deminden beri seni gözledim. Eğer bir şey vermeseydin, bu dedeni üzmüş olacaktın!..” dedi.

Bunlar, çocukların büyüklerinin tavır, davranış ve ahlâklarını nasıl pürüzsüz bir ayna gibi yansıttıklarını ne güzel anlatıyor.

O KİMSE CENNETLİK

Diğer taraftan hadîs-i şerîflerde kız çocukları daha çok hizmet ve îtinâya muhtaç oldukları için erkek çocuklarından farklı olarak tavsiye olunmuştur.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“Her kim üç kız çocuğunu himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lütuf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir” (Ebû Dâvûd, Edeb 121; İbn-i Hanbel, III, 97)

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını bitiştirdi. (Müslim, Birr 149. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr 13)

Bu hadîs-i şerîf, çocuklara ve hâssaten kız çocuklarına nasıl muâmele edileceğini bildiren mübârek bir beyandır.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) DAYAKLA TERBİYEYİ YASAKLADI

Çocuk eğitiminde bilhassa dikkat edilmesi gereken husus ise, dayak meselesidir. Bu, aslâ kabul edilemeyecek yanlış bir davranıştır. Kötü alışkanlıklar kazanmasın diye çocuğa caydırıcı usûller uygulanabilir, ancak bunların arasında dayak aslâ olmamalıdır. Çünkü o, istikbâlin gencini korkak ve ürkek, yahut da arsız ve yüzsüz bir hâle getirir. Kaldı ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, değil bir insanın, hayvanın bile sertlik ve dayakla terbiyesini yasaklamıştır. Nitekim henüz binmeye alıştırılmamış bir deveyi Hazret-i Âişe’ye hediye olarak verdiğinde binmeye sertlikle alıştırılmaması için şu îkazda bulunmuştur:

“Ey Âişe! Yumuşak huyluluk bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder; eğer bir şeyden de çıkarıldı mı, onu da mutlaka kusurlu kılar.” (Müslim, Birr 78. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb 10)

Hulâsa sâliha anne, ilâhî kudretle genişletilmiş bir rahmet kucağıdır. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz “Cennet annelerin ayakları altındadır…” buyurmuştur. Âile ocağındaki fertlerin taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazîlet cevheri, anne kalbidir. Saâdet çiçeklerinin tohumları annelerin gönüllerine bırakılmıştır.

Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- anne muhabbetini ısrarla telkin buyurmuştur. Kendisine daha ziyâde kime hürmet ve hizmet edilmesi gerektiği sorulduğunda, üç kere “Annen!..”, sonra da “Baban!” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1, 2; Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Vesâyâ 4; Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr, 1)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.