Kur’an’da Takva-infak İlişkisi

Sözlükte harcamak tükenmek manasına olan infakın, Kur’ânî bir terim olarak anlamı; insanın sahip olduğu maddi ve manevi nimetlerden bir kısmını Allah’ın rızasını gözeterek başkalarına vermesi, başkalarıyla paylaşması demektir. İnfak sadece maldan olmaz, insanın sahip olduğu başka nimetlerden ve başka değerlerden de olur.[1]

İslam nazarında Müslüman sadece kendisini düşünen, kendisi için yaşayan kimse değildir. Efendimiz: “Başkalarının derdini kendine dert edinmeyen kimse Müslümanlardan değildir”[2] buyurmuştur.

Kur’an’da muttakilerin sıfatları sayılırken:

“O muttakiler Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden bir kısmını O’nun rızası için infak ederler, harcarlar”[3] buyrulmuştur.

Başka ayetlerde de muttakilerin mallarını Allah yolunda harcadıklarına, fakir ve zayıflara yardımda bulunduklarına dikkat çekilir: “O muttakiler mallarını Allah yolunda harcarlar.”[4]

Ahirette cennetlerde, pınar başlarında nimetler içerisinde olan muttakilerin dünyadaki durumlarından bahsedilirken şöyle denilir:

“O muttakiler, mallarından, ihtiyaçlarından dolayı isteyene ve istemeyen fakirlere belirli hak tanırlardı.[5] Yani mallarından bir kısmını ayırırlar, fakirlere, yoksullara verirlerdi.

BOLLUKTA DA DARLIKTA DA İNFAK EDERLER

Ayet-i kerimede aynı zamanda zenginlerin mallarında fakirlerin, yoksulların haklarının da olduğu belirtiliyor.[6]

Başka bir ayette de: “O muttakiler bollukta da darlıkta da mallarından infak ederler.[7] denilmiştir. Demek ki bollukta, darlıkta, her halükarda infakta bulunmak, muttakilerin âdeti, kendilerinden ayrılmaz bir sıfatları haline gelmiştir. Varlıklı kimselerin, mali durumları iyi olduğu için infakta bulunmaları zaten kendilerinden beklenir. Onun için zengin kimselere dini ve sosyal bir görev olan zekât vermeleri farz kılınmıştır. Ancak mali imkânları yerinde olmayan, darlık içerisinde olup kendi geçimlerini kıt kanaat sağlayan kimselerin dinen başkalarına yardım etme, infakta bulunma sorumlulukları yoktur. Üzerlerine farz veya vacip olmadığı halde kendi istekleriyle bunu sosyal bir görev kabul ederek yardımda bulunurlar. Onları buna iten şey hiç şüphesiz takvalarıdır. Bundan, takva ehli olan kimselerin hayırda öncülük yaptıklarını da görüyoruz.

Ayette geçip “bollukta” diye tercüme edilen ‘serrâ’ kelimesi sürur ve ferah, “darlıkta” diye tercüme edilen ‘darrâ’ kelimesi de zarar, bela, meşakkat demektir.[8]

Demek ki muttakiler sürur ve refah içerisinde iken de, sıkıntı ve meşakkat içerisinde iken de infak ederler.

Beyzavi “bollukta ve darlıkta infak ederler” ifadesini şöyle açıklamıştır: “Onlar her halükârda infak ederler” Zira insan ya sürur halindedir, ya da meşakkat halindedir, üçüncü bir durum söz konusu değildir. Onlar her hallerinde Allah yolunda az veya çok infakta bulunurlar”[9]

Muttakiler çok cömert kimselerdir, mallarını Allah yolunda harcamaktan zevk alırlar. Kur’an-ı kerimde onların bu cömertliklerine yer yer atıfta bulunulur. Bakara 17. ayette bu husus şöyle ifade edilir:

Muttaki “çok sevmesine rağmen malından akrabalarına, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, ihtiyacından dolayı isteyenlere ve özgürlüğüne kavuşmak isteyen kölelere veren kimsedir.”[10]

Ayette bulunan “hubbihî” deki zamir ‘mal’ kelimesin raci olabileceği gibi, daha önce geçen ‘Îtâ’ ve ‘Allah’ lafzına da raci olabilir. Îtâ’ kelimesine raci olursa ayetin manası: “Muttaki, vermeyi sevdiği için malından akrabalarına, yetimlere….verir.” Veya ““Muttaki Allah’ı sevdiği için malından akrabalarına, yetimlere….verir.” şeklinde olur. Özetleyecek olursak ayete üç şekilde mana vermek mümkündür:

“Malını sevmesine rağmen ondan …. verir.” Yahut,

“Vermeyi sevdiği için malından …… verir.” Ya da,

“Allah’ı sevdiği için malından …… verir.”

Ayette üzerinde durulması gereken kelimelerden biri de “es-sâilîn” lafzıdır. Sâilîn, sâil kelimesinin çoğuludur. Meallerde bu kelimeye genellikle “dilenen”, “dilenci” manası verilmektedir[11] ki bu, isabetli değildir.

Sâil kelimesinin asıl manası tâlib yani bir şeyi talep eden, isteyen demektir. Eğer istenilen şey daha önce bilmediği bir durum, olay veya ilmi bir konu ise o zaman sâil soran, sual eden, sorucu manasınadır. Eğer istenilen şey maddi yardım ise o zaman da sâil ihtiyacını isteyen, dilenen, dilenci manasına olur. Kur’an-ı kerimde sâil dilenci, dilenen manasına değil, ihtiyacını isteyen manasınadır. Çünkü dilenci ihtiyacı olsun, olmasın istemeyi âdet, hatta meslek haline getirmiş kimsedir. Oysa Kur’an’da sâil, ihtiyacını isteyen manasınadır. Nitekim Nesefi bu ayetteki (Bakara, 177) “ve’s-sâilîne” kelimesini, yiyeceğini isteyen anlamındaki “el-müsted’ımîne” kelimesiyle tefsir etmiştir. Daha önce geçen Zâriyât 19 daki “lis-sâili” kelimesini ise “limen yes’elü lihtiyâcihî/ ihtiyacını isteyen” ifadesiyle açıklamıştır. İhtiyacını istemek meşru, dilenmek ise haramdır.

Dipnotlar: 1) İsfehânî, Müfredât, s. 819, n f k mad. 2) Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VII, 27 3) Bakara, 2/3 4) Âl-i İmrân, 3/17 5) Zâriyât, 51/19 6) Bu hakkın zekât mı, yoksa zekâtın dışında başka bir hak mı olduğu tartışılmıştır. 7) Âl-i İmrân, 3/134 8) Hasîrîzade Elif, I, 496 9) Beyzâvî, Envâru’t-tenzil, I,  10) Bakara, 2/177 11) Misal olarak bakınız: Salih Akdemir, Bayraktar Bayraklı, S. Ateş, Ali Özek ve ekibi tarafından yazılan mealler

Kaynak: Durak Pusmaz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 392

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN İNFAK HAYATI

ALLAH DOSTUNUN İNFAKTAKİ SAMİMİYETİ

İNFAK NASIL OLURUN EN GÜZEL CEVABI

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.