Peygamberimizi Gerçekten Seviyor Muyuz?

Peygamber Efendimizʼle (s.a.v) âhirette beraber olabilmek, Oʼnun yakınında bulunabilmek; her müʼminin en büyük arzu ve hasretidir. Bu nîmete erebilmek ise Efendimizʼi gerçek mânâda sevmekten geçmektedir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde;

“Kişi, sevdiği ile beraberdir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb, 96)

Peygamber Efendimizʼle âhirette beraber olabilmek, Oʼnun yakınında bulunabilmek; her müʼminin en büyük arzu ve hasretidir. Bu nîmete erebilmek ise Efendimizʼi gerçek mânâda sevmekten geçmektedir. Fakat sevginin kantarı fedakârlıktır. Efendimizʼle beraberlik; Oʼnunla hissiyat ve fikriyat beraberliğidir, hâl ve ahlâk beraberliğidir, fiil ve amel beraberliğidir.

Yani “‒Ben Allah ve Rasûlʼünü seviyorum!” demekle iş bitmiyor. Çünkü gerçek mânâda seven birine, sevdiğinin husûsiyetleri sirâyet eder.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi seviyorsak, Oʼnun ahlâkı, takvâsı, hassâsiyetleri bize ne kadar sirâyet ediyor? Oʼnu seviyorsak, merhametimiz, şefkatimiz, Allah yolundaki hizmet, gayret ve fedakârlıklarımız hangi seviyede? Bencillikten, cimrilikten, nâdanlıktan kurtulabiliyor muyuz? Ümmetin dertleri bizi ne kadar alâkadar ediyor? Efendimizʼin Sünnet-i Seniyyeʼsini hayat kitabımızın her yaprağına nakşedebiliyor muyuz? Yoksa hayatımızın bazı safhalarında Oʼnu unutuyor veya göz ardı mı ediyoruz?..

İşte “Kişi, sevdiği ile beraberdir.” hadîs-i şerîfinin muhtevâsına girebilmek için sevgimizi, beraberliğimizle ölçmeli; beraberliklerimizi, sevgimizle mukâyese etmeliyiz.

PEYGAMBERİMİZİ SEVMENİN GEREKLERİ

Kadı Iyaz şöyle der:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i sevmenin, O’na muhabbet beslemenin gereklerinden biri de; O’nun Sünnet’ine sarılmak, tebliğ etmiş olduğu dîni korumak, O’na yönelen saldırıları bertaraf etmek, O’nun uğrunda gerekiyorsa malını ve canını fedâ etmektir.”[1]

Kendimize bir soralım:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gönül dünyasından ne kadar hisse alabildik?

O Varlık Nûru’nun hayatından, rûhâniyetinden, şahsiyetinden bizlerde ne kadar nasip var?

Meselâ;

“İbadetlerimizdeki rûhâniyet” hangi gönül kıvâmında?

Yani ibadetlerimiz; bizleri vecde, duygu derinliğine götürüyor mu? Huşû ve kalp huzuruna ne ölçüde varabiliyoruz?

“Muâmelâtımızdaki zarâfet” hangi seviyede?

Yüreklerimiz ne kadar bir rahmet dergâhı hâlinde? O dergâhtan ne kadar merhamet tevzî edebiliyoruz? Muâmelâtımız, “Allah râzı olsun!”larla mı taçlanıyor; “Hakkım harâm olsun!”larla mı neticeleniyor?

“Ahlâkımızdaki nezâket” hangi ölçülerde?

Başkalarına gösterdiğimiz nezâket, onlardan beklediğimiz incelikle aynı seviyede mi? Nefsâniyetten, enâniyetten, kibirden kurtulabildik mi? Tevâzuumuz samimî mi?

“Gönüllerimizdeki letâfet” hangi derinlikte?

Yaratanʼdan ötürü yaratılanları ne kadar bağrımıza basabiliyoruz? Yüreklerimizi muhtaçlar için, garipler için ne kadar rahmet dergâhı hâline getirebildik? Merhametimiz ne kadar şâmil, ne kadar faal?

“Sîmâlarımızdaki nûr-i melâhat” hangi parlaklıkta?

Peygamber Efendimiz’le beraber olan mü’minlerin vasıflarının sayıldığı âyet-i kerîmede geçen;

“…Onların nişanları, yüzlerindeki secde izidir…” (el-Fetih, 29) tarifinden nasîbimiz ne kadar? Sîmâmızda secdelerden ne kadar akisler var?

“Lisanlarımızdaki selâset” hangi âhenk ve akıcılıkta?

Lisânımız ne kadar ruhlara huzur tevzî ediyor? Sözlerimiz, muhâtaplarımıza ne kadar ferahlık veriyor?

“Duygularımızdaki incelik” hangi derecede?

Bütün mahlûkatın bize emânet olduğunun şuurunda mıyız? Allâh’ın âyetleri karşısında, mes’ûliyetlerimiz karşısında, yaklaşan ecel ve kıyâmet karşısında hassâsiyetimiz hangi kıvamda? Kalplerimiz titriyor mu? Gözlerimiz yaşarıyor mu?

“Nazarlarımızdaki derinlik” hangi ufuklarda?

Gönüllerimiz, ilâhî azamet tecellîlerini, kudret akışlarını ve ilâhî nakışları ne kadar seyredebiliyor?اِقْرَاْ  «Oku!» (el-Alak, 1) tâlimâtının ne kadar içindeyiz? Zâhirden, kuru bilgiden, faydasız ilimden ne kadar kurtulabildik? İlâhî sır ve hikmetlere ne kadar muttalî olabildik?

Velhâsıl;

(Ey Rasûlʼüm!) Şüphesiz ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin…” (el-Kalem, 4) âyet-i kerîmesi ile medh ü senâ buyrulan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüce ahlâkından ne kadar hissedârız? Oʼnun engin gönül deryâsından hangi ölçüde nasiplenebiliyoruz? Gönlünden âlemlere rahmet taşıran Nebîler Serveri’nin güzelliklerinden bizlerde ne kadar var?

[1] Muhyiddîn Seydî Çelebi, Buhârî’de Yönetim Esasları, Haz. Doç. Dr. Mehmet Erdoğan, İstanbul 2000, s. 60.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönüller Sultanı Efendimize Muhabbet, Erkam Yayınları, 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.