Sufilere Göre Kurban Kesmenin Hikmeti

Allah Teâlâ’nın yakınlığını kazanmak için kurban kesmek bir ibâdettir. Kurban kesmenin târihi insanlığın târihi kadar eskidir. Âdem’in iki oğlundan her biri bir kurban kesmiş, Hak Teâlâ niyeti hâlis olanın kurbanını kabul etmiş, diğerininkini kabul etmemişti. Allah ancak takva sahibi olanların kurban ve ibadetlerini kabul eder (Mâide, 5/27-31).

Kurban bütün dinlerde, özellikle semâvî dinlerde var olan bir ibâdet şeklidir. Her dinin kendine göre bir kurban geleneği mevcuttur. Mûsevîlikte ve Hıristiyanlıkta da kurban vardır ancak çeşitli sebeplerle bu gelenek terk edilmişse de hâlâ bu iki dinde dar çevrede sınırlı olarak kurban kesme geleneğine uyulmaktadır.

İslâm’da kurban bayramında, hacda kesilen (Hedy) ve adak kurbanlar birer ibâdet şekli olarak kabul edilir ve önemli bir şekilde bu dinî ve İslâmî gelenek sürdürülür (Bk. Hacc 22/37, Mâide 5/27, Ahkaf 46/28, Âl-i İmran 3/183).

“çün bu can kurban sana, ben koç kurbanı neylerem.”

Sûfîler kurban kesilmesini Hak Teâlâ’ya kayıtsız şartsız teslim olup tefviz ve tevekkül ehli olmanın, hak yolda fedakârlık göstermenin bir remzi ve bir simgesi olarak görürler. Kurbanın özünde mevcut olan dört temel kavram, Yüce Allah’a giden yolda teslimiyet, tefvî, tevekkül ve fedakârlık. Ama nereye kadar? Bu yolda kendini kurban edip can verene kadar “Halîlullah” diye anılan Hak dostu İbrâhim (a.s.) bu yolda sevgili İsmâil’i (a.s.) kurban etmeyi, oğlu Hazreti İsmâil de bu yolda aziz canını fedâ etmeyi hiç tereddüt etmeden kabullenmişlerdi (Saffat 37/100-111). Bu hususta Hak Teâlâ’dan gelen hitap baba ve oğlunu demek ve bize de teslimiyet ve fedakârlık konusunda ders vermek içindir. Hazreti İbrâhim’e oğlu İsmâil yerine Allah tarafından büyük bir kurban (koç) gönderildi (Zemahşehrî, el-Keşşaf, Kahire 1947, IV, 55).

Kayıtsız şartsız itaat ve fedâkârlığın mükemmel bir simgesi olan kurban kesmeye, daha doğrusu kurban olmaya acaba biz ne kadar yakınız?

Kurban kesmek Hanefîlere ve bazı müctehidlere göre vâcib, fakihlerin çoğunluğuna göre sünnettir. Sûfîler bu ibâdete her zaman uymuşlardır. Ancak tasavvufa dâir yazılan kitaplarda, özellikle ilk sûfîlerin eserlerinde kurban konusunda ya hiç yer verilmez veya çok az yer verilir. Bunun sebebi, tasavvufu Allah’ın emrine tâzim, yaratılanlarına şefkat şeklinde târif eden ve canlılara merhameti esas alan sûfîlerin bu konu üzerinde fazla durmamışlardır.

SUFİLERİN ALLAH YOLUNDAKİ CÖMERTLİĞİ

Attar der ki: Bir gün geyik ve ceylanlar Râbiatü’l-Adeviyye’nin çevresinde toplanmışlardı. Hasan Basrî’nin geldiğini gören bu hayvanlar ürktüler ve oradan kaçtılar. Hasan Basrî “Yâ Râbia! Senden kaçmayan bu hayvanlar neden benden ürktüler?” Râbia “Bugün ne yedin” diye sordu. Hasan Basrî ciğer yediğini söyleyince Râbia dedi ki “Hem hayvanların ciğerini yediğini söylüyor hem de soruyorsun: Bunlar benden neden ürküyorlar?” (Attar, Tezkiretü’l-evliyâ, Tahran 1346, s. 78).

Sûfîler bütün canlılara karşı merhamet ve şefkat gösterdiklerinden kasaplık ve avcılık gibi mesleklere fazla itibar etmezler. Fütüvvet ehli kasapları ve avcıları aralarına almazlardı. Bu mesleklerin merhamet ve şefkat duygularını azalttığını bazı hâllerde kalp katılığında sebep olduğunu düşünürlerdi. Tasavvufta hisli ve içli kalp önemlidir.

Diğer canlılara merhamet etme ve insanlara şefkat gösterme hususunda gayret cimri olan sûfîler kendi canlarını Allah yolunda fedâ etme husûsunda son derece cömert idiler. Hak âşıkları için en iyi ve güzel şey seve seve O’nun için can fedâ etmektir.

Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem îd için

Dem bedem saat besaat ben senin kurbanınem (Fuzûlî)

Bin can olaydı kâş men-i dil-şikestede

Tâ her biriyle bir kez olaydım kurban sana (Fuzûlî)

Vermeyen canın sana bulmaz hayât-ı câvidân

Zinde-i câvid ona derler ki kurbandır sana

(Fuzûlî)

Bir hayvanı kurban olarak kesmek can fedâ etmenin yanında acaba ne kadar fedakârlıktır?

İsmâilem Hak yoluna cânım kurban eyledim

Çün bu can kurban sana ben koç kurban neylerim

(Yunus)

Yüce Allah gibi O’nun tecellîleri de güzeldir. O güzelliğe âşık olanların bir bedel (borç) ödemeleri gerekir: Âdet oldur yâr ilinde can alırlar hüsne borç.

Tasavvufta kendini kurban ve feda etmenin, Hakk’ın yolunda seve seve can vermenin örnekleri çoktur ve ilk sûfîlerden Feth Mevsîlî bir gün bayram günü mü’minlerin kurban kestiklerini görünce;

“İlâhî; biliyorsun ki benim nesnem yoktur ki Senin için kurban edeyim, (canına işâret ederek) bende ancak bu var” dedi parmağını boğazına koydu ve yere düştü. Gelip baktılar, gitmiş ama boğazı üzerinde yeşil bir hat var (Câmî, Nefahatü’l-üns, trc. Süleyman Uludağ).

Mekke’de bir derviş Ka’be karşısında “Mevlâm! Hacılar sana kurbanlarıyla yaklaşıyorlar. Benim bir şeyim yok, sadece bir canım var” diye niyazda bulundu. Derviş bir sayha atarak rûhunu teslim etti (Câmî, Nefahatü’l-üns, s. 245).

SUFİLER KURBAN KESMEYİ NASIL YORUMLUYOR?

Sûfîler kurban kesmeyi nefislerini boğazlama şeklinde yorumlayarak “Nefslerinizi katlediniz!” (Bakara 2/54) mealindeki âyeti nefslerinizdeki kötü duyguların kökünü kazıyınız, onları tesirsiz hâle getiriniz, şeklinde yorumlarlar (Sülemî, Hakāiku’t-tefsir, Beyrut 2001, I, 60).

Cüneyd Bağdâdî hacdan dönen dervişe sordu:

“Kurban kestin mi?” “Evet kestim.” “Kurban kesme yerine gidip kurban keserken nefsinin bütün kötü duygularını kurban ettin, bunların kökünü kestin mi?” “Hayır.” “Öyleyse sen kurban kesmiş değilsin.” (Hucvirî, Keşfu’l-mahcub, Tahran 1338 s. 426; İbnü’l-Arabî, el-Fütuhatü’l-mekkiyye, Kāhire 1292, I, 911, 852).

İşte bu anlamdaki kurban nefsten fâni olup Hak ile bâkî olmanın simgesidir. Hak Teâlâ’ya ulaşan kesilen kurbanın eti değil, takvâdır (Bk. Hac 22/37) yâni kurbanla ilgili iyi niyet ve ihlâstır.

İbnü’l-Arabî’ye göre en büyük kurban da insandır. İnsanın gösterdiği teslimiyet ve fedakârlıktır. (Fusûsu’l-hikem, Kāhire 1946, s. 84-90; Afifi şerhi, s. 71-75).

İbrahim (a.s.) “Halîlullah”tır, Hak Teâlâ’nın dostudur. Onun gösterdiği teslîmiyet ve fedâkârlık ise dostluk mertebesidir, hedef alınması ve ulaşılması için çalışılması gereken yüce bir makām, yüksek bir mertebedir (Hücvirî, s. 423).

Kurban ya deve (Bedene) veya sığır (Bakara) ve ya koyun/koç (Kebş) olur. Kurbanın önem ve büyüklüğü bu sıraya göredir ama İbnü’l-Arabî’ye göre bunların en değerlisi koçtur.

Tasavvuf dilinde riyazet yaparak, çile çekerek, kötülüğü emreden nefsin kökünü keserek tasavvuf yoluna girmeye elverişli hâle gelen insan nefsine Bakara, nefsin bundan evvelki hâline kebş, Hakk’a giden yolu tutup (sülûk) menzilleri geçen ve mertebeleri aşan nefse ise bedene denir (Kâşânî, Istılâhâtu’s-sûfiyye, Kāhire 1981, s. 36, 38; Lâhicî, Şerh-i Gülşen-i Râz, Tahran 1381, s. 19).

Sûfîler geleneğe ve göreneğe uyup kurban kesmeyi güzel görür, şartları oluştuğu zaman kendileri de bu geleneğin gereğini yapar ama buna “sûrî kurban” (şekil olarak kurban) derler. Mânevî ve hakikî kurban mü’minin içindeki kötü duyguların kökünü kesip ondan gelecek olan kötülüklerden kendini koruması ve emniyet alması, bundan öte de Hakk’ın yolunda ve sevgilinin uğrunda seve seve can vermeye hazır olması, şartları oluşunca da canını fedâ etmesidir.

Kaynak: Süleyman Uludağ, Hüdâyi Bülteni, Sayı: 4, 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Güzel bir yazı. Kalben mutmain oldum.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.