Kurban Bayramınız Mübârek Olsun

VİDEOLAR

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi Kurban Bayramının ehemmiyetinden bahsediyor...

KURBAN BAYRAMINIZ MÜBÂREK OLSUN

Muhterem kardeşlerimiz!

Bayramınız mübârek olsun! Rabbimiz, kurban bayramının hakîkatini idrâk etmeyi nasîb eylesin. Rabbimiz, -inşâallah- kurbanlarımızı İbrahim -aleyhisselâm-’ın gönlündeki fedakârlık, sadâkat ve teslîmiyetten hisse alabilmeyi Cenâb-ı Hak nasîb eylesin -inşâallah-.

Bu mübârek günler hürmetine, vatanımıza, milletimize, bütün İslâm âlemine hayırlar, bereketler tecellî ettirsin. Mazlumları zâlimlerin şerrinden muhâfaza buyursun lûtfuyla, keremiyle.

İki mübarek dînî bayramımız var. Birincisi Ramazan bayramıydı. Ramazân-ı Şerîf bir riyâzat iklimiydi. Bu riyâzat iklimi neticesinde son yirmi günün ardından Cenâb-ı Hak bin aydan hayırlı bir Kadir gecesi ikram ediyor. Merhamet artıyor. Vicdandaki duygular temizleniyor. Bir takvâ hayatı yaşanıyor. Bu takvânın neticesinde Cenâb-ı Hak bir Ramazan bayramı, bir bayram ikram ediyor. Herhangi, senenin boş bir gününde bir bayram ikram edilmiyor.

Demek ki niye bayram ikram ediliyor? Demek ki Ramazan bayramı, takvâ bayramı. Tezkiye şehâdetnâmesi, temizlenmenin bir şehâdetnâmesi.

İkincisi; yaşadığımız kurban bayramı. Bu da, kurban bayramı da bir fedakârlık neticesinde Cenâb-ı Hakk’a dost olabilme bayramı. İşte İbrahim -aleyhisselâm-, İsmail -aleyhisselâm-, Efendimiz’in bütün hayatı; hep fedakârlık… Demek ki bu bayramda biz fedakârlığın hangi noktasındayız?

Hacdan sonra geliyor. Hac, çok hikmetler dolu bir ibadet.

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki, çok derin bir, hikmetli bir ifade:

“Kâbe’ye gidenler diyor, orada Kâbe’nin Rabbi’ni arasınlar diyor. Kâbe’nin Rabbi’ni bulmaya çalışsınlar diyor. Eğer diyor, Kâbe’nin Rabbi’yle buluşurlarsa. her yerde Kâbe’yi bulurlar.” buyuruyor.

Kâbe’nin Rabbi’ni bulabilmek… Bu neyle olacak? Kalp bulur Kâbe’nin Rabbi’ni…

Bir misal:

Abdullah ibn-i Mübârek Hazretleri vardır. Bu, tâbiîndendir. Hanefî müctehidlerindendir aynı zamanda. Çok mübârek bir zâttır. Abdullah ibn-i Mübârek, haccın sonunda yakaza hâlinde… İki melek geliyor, biri öbürüne diyor ki:

“‒Bu sene 600.000 kişi haccetti.” diyor.

Öbürü de diyor ki:

“‒Fakat diyor, bu 600.000 bin kişinin haccı diyor, hacca gelmeyen diyor, Şam’da Ali bin Muvaffak isminde birisinin bir hâliyle Cenâb-ı Hak hem ona ayrı bir ecir, onun vâsıtasıyla bütün hüccâcın da haccını kabul etti.”

Demek ki burada bir… Yani muhakkak Cenâb-ı Hak usûlüyle yapılan; refes, fısk, cidâlden uzak bir haccı kabul ediyor. Fakat bu da bizler için, iki meleğin görüşmesi, bir ibret.

Abdullah ibn-i Mübârek Hazretleri;

“Ben diyor, Şam’a gideyim diyor, bakayım diyor, şu zâtı bulayım.” diyor. Kendisi evliyâullahtan. “Fakat diyor, ne amel işledi ki diyor, Allah diyor, bütün hüccâca böyle bir mükâfat ihsan eyledi?..”

Şam’a giden bir kervan buluyor. Şam’a gidiyor. Adresi buluyor, kapıyı çalıyor.

“‒Kimsiniz?” deyince;

“‒Abdullah ibn-i Mübârek!” diyor.

Tabi bütün her tarafta duyulmuş, Allâh’ın evliyâullahtan bir kulu. Kapıyı açıyor. Ali bin Muvaffak’ın evi, bu, hacca gidemeyen, haccın kabulüne vasıta olan kişi, Abdullah ibn-i Mübârek Hazretleri’ni görünce kapıda düşüyor, bayılıyor; böyle bir mübârek bir dost, Hak dostu kapıma gelmiş diye.

Kendine geliyor. İçeri alıyor, sohbet başlıyor. Abdullah ibn-i Mübârek Hazretleri soruyor:

“‒Siz ne amel işlediniz?” diyor.

O diyor ki:

“‒Benim işlediğim ciddî bir amel yoktur diyor. Sade bende diyor, bir aşk vardı diyor. Onun için diyor, otuz sene, ben eskiciyim diyor, bir hac parası biriktirdim diyor. Hanım da peksimetlerle yol azığını yaptı diyor. Bu sırada komşudan bir et kokusu geldi. Hanım dedi ki -hâmileydi-,

«–Efendi dedi, biliyorsun ben hamileyim, komşudan bir parça, bir lokma et bana getirir misin?» dedi.

Komşuma gittim. Durumu anlattım. Komşum dedi ki:

«‒Hay hay, vereyim dedi. Fakat bu bize helâldir, size haramdır bu et.» dedi.

«–Niye?» dedim.

«‒Çünkü dedi, ben eskiciyim dedi, yedi gündür bir iş bulamadım dedi. Çocuklarım evde aç dedi. Ölü bir hayvan eti buldum, ondan kestim, onu kaynatıyorum, tesellî olarak. Eğer bir helâl gıda gelirse onu vereceğim, gelmezse mecburî, bu pişirdiğim ölü hayvan etini vereceğim.»

Yâ Rabbi dedim, bu kul, senin kulun. Ben de Sen’in için bu parayı biriktirmiştim. Sen’in rızân için bu kuluna devrediyorum…”

Velhâsıl Mevlânâ’nın buyurduğu gibi;

“Hacca gidenler, Kâbe’nin Rabbi’ni bulsunlar.”

Nerede bulacaklar? Kalplerde, gönüllerde bulacaklar.

اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“Biliniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])

Kalbinde bulacaklar. O zaman her yerde Kâbe’yi bulurlar buyuruyor.

Velhâsıl Kâbe’yi bulabilmek…

Bu kurban bayramı, bu fedakârlık ifadesi, bir sembol bu kurban. Cenâb-ı Hak demek ki bizden fedakârlık istiyor.

Peki, niye bayram yapıyoruz o zaman? Bayramdan maksat nedir? Niye Cenâb-ı Hak böyle günlerden sonra bize bayram ikram ediyor?

Demek ki bayram, îman kardeşliğinin cemiyet plânında, toplum plânında yaşandığı mübârek vakitler. Takvâ ve fedakârlıktan sonra Cenâb-ı Hakk’ın lûtfettiği sürur günleri, huzur günleri. Bayram, rızâ-yı ilâhîyi tahsil etme günleri. Bayram, kardeşliği güçlendirme günleri. Tatil günleri değil. Tatil, son nefesten sonra, tâ kıyamete kadar tatil var!..

Velhâsıl bayram, yanık yüreklere Cennet serinliği veren, ilâhî bir ziyafet.

Bayramda mühim olan, insanlık cevherini ortaya koymaktır. Kardeşliğin mâşerî vicdanda yaşanmasıdır. Gönül seferberliğidir. Bu duygular arasında insandaki şefkat, merhamet, vefa, diğergâmlık hislerinin bileylendiği günlerdir.

Bayram, hem kendi hazzını hem de başkalarını, kendinin dışındakileri sevindirme günleridir. Ferdin değil, toplumun mânevî sevincidir.

Bayram, bir heyecanın paylaşılmasıdır. Gönüllere girebilmek ve bütün müslümanlara gönülden kardeş olabilmek. Sıla-i rahim günleridir. Anne, baba, kardeşleri unutmama günleridir. Geçmişlere, kabirdekilere bir vefâ günleridir. Yaratan’dan ötürü bütün müslümanlara şefkat, nezâket ve muâvenettir. Mazlumların, kimsesizlerin, muzdariplerin gönlünü almakla bir huzur bulabilme günleridir.

Behlül Dânâ Hazretleri diyor ki:

“Gerçek bayram, yeni elbise giyene değil, Allâh’ın azâbından emin olanlaradır bayram.” buyuruyor.

İşte böyle bir bayram, gerçek bayramlar, Allâh’ı zikir, şükür ve ictimâî ibadet günleridir.

Seherler de bir bayramdır. Cenâb-ı Hak seherleri de bir bayram (kılmış), çünkü Cenâb-ı Hak’la buluşma anlarıdır seherler de.

Sıla-i rahimde bulunmak, unutmamak. Bir vefâ borcu olarak geçmişlerimizin rûhuna hediyeler göndermek. Biz de aynı hâle geleceğiz bir müddet sonra.

Dargınlık-kırgınlığı ortadan kaldırmak. Cenâb-ı Hak soruyor âyet-i kerîmede, Nûr Sûresi’nde:

“…Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.

“Ben haklıyım, ben haksızım…” ortadan kalkacak. Burada ne olacak: “Yâ Rabbi! Ben Sen’in affını istiyorum. Ben de affediyorum…” olacak.

Bu vesîleyle kurban bayramı infak fazîletini hatırlatan, vermeyi, Allah için vermeyi, “يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ” (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Cenâb-ı Hak alıyor, en güzel bir bayram olmuş oluyor.

İnfakta, vermekte iki türlü istifâde vardır:

Birincisi; fakir, garip, yoksul kardeşlerimize ziyafet verilmesi. Gerek bulunduğumuz muhitte, gerekse Türkiye’nin dışındaki olan kardeşlerimizle duâlaşma.

İkincisi; din kardeşliğinin güçlenmesi ve bileylenmesi. Bu da üzerimize farzdır. Kıyâmet günü Arş-ı Âlâ’nın gölgesinde bulunacak, gölgelenecek yedi kişiden biri de bilhassa zor zamanlarda Allah için kardeş olanlar, zor zamanlarda, kolay zamanlarda değil.

İşte biz, Sûriye’de olabilirdik, onlar burada olabilirdi. Biz bir gece korkunç bir gece geçirdik, onlar aylarca öyle bir gece geçirdi.

Unutmamak lâzım ki bu dünya fedakârlık diyarı. Cenâb-ı Hak; “Canlarıyla, mallarıyla Cennet’i satın aldılar.” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 111)

Bu fedakârlığın mükâfâtı olarak Cenâb-ı Hak biz kullarını Dâru’s-Selâm’a davet ediyor, Cennet’e davet ediyor.

Yani saâdet-selâmet yurdu olan Cennet’e davet ediyor. Bu Cennet davetine liyâkat kesbedebilmek için, fânî bayramları ebediyet bayramlarına sermaye kılabilmenin firasetinde bulunmamızı, yaşamamızı Cenâb-ı Hak istiyor bizden.

Kurban, mâlum, İbrahim -aleyhisselâm-’ın, İsmail -aleyhisselâm-’ın fedakârlığının sembolü. Hicretin 2. senesinde emredildi.

Velhâsıl kurban bayramı, Halil İbrahim -aleyhisselâm-’ın oğlu İsmail’in başından geçen, Allah ile dostluk imtihanının hikmet dolu hatıralarıyla ümmet-i Muhammed’e lûtfedilmiş bir bayram. Yani hikmet dolu hâtıralarıyla ümmet-i Muhammed’e lûtfedilmiş bir bayram.

Bu günlerde îfâ edilen hac ibadetinde de İbrahim ve İsmail -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine göstermiş olduğu teslîmiyet hâllerinden bir kısmı mü’minlere birer ibadet rüknü olarak farz kılındı.

Kurbiyyet, Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı elde edebilmek için kendisine dostluk iklimine girmemizi arzu ediyor. Biz kullarından âdeta kurbanlar istiyor, yani fedakârlıklar istiyor. Dost, dostluk da, tescîli, fedakârlıktır. Dostluk, zor zamanlarda ortaya çıkar.

Mü’min, Allah yolunda ne kadar fedakârlık ve gayret göstereceği ve gerektiğinde Allah için dünyevî menfaatlerinden vazgeçeceği hususunda sürekli denenmektedir. Bu hususta İbrahim -aleyhisselâm- yine hep sohbette bahsediyoruz; malıyla imtihan edildi, cömertçe infakta bulunduğu için “Halil İbrahim bereketi”ne mazhar oldu. Cenâb-ı Hak verdikçe, eksilmedi, kat kat devam etti. O verdi, Cenâb-ı Hak ihsân etti. Hattâ Anadolu’da derler bir ikram karşısında; “Allah sana Halil İbrahim bereketi versin!” derler, o şekilde bir duâ ederler.

İbrahim -aleyhisselâm- canından imtihan edildi. Allah için, tevhid için, İslâm için canını çekinmeden ortaya koydu. Cenâb-ı Hak ona, ateşe serin ve selâmet ol dedi, gülistana döndürdü.

Mevlânâ diyor ki burada da:

“Ateş seni tanır diyor, korkma diyor. Eğer sende İbrahimlik varsa onu düşün diyor, ateş seni o zaman yakmaz diyor. Eğer sende İbrahimlik yoksa diyor, o zaman düşün diyor, İbrahimlik vasfını kazanmaya gayret et diyor Mevlânâ. Çünkü ateş onu yakmadı diyor. Gülistan’a çevirdi orayı.” diyor.

Devam eden kendi parçası olan İsmail -aleyhisselâm-’la imtihan edildi. Evlâdını Allâh’a kurban edeceği anda imtihanı kazandığına dair ilâhî müjde geldi. Cenâb-ı Hak, İbrahim’e müjde olarak “bu açık (ve zor) bir imtihandı” şeklinde bildiriyor. (Bkz. es-Sâffât, 106)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak İbrahim -aleyhisselâm-’ı ikinci büyük peygamber kıldı. Efendimiz’den sonra ikinci büyük peygamber İbrahim -aleyhisselâm-. Kendisine Halil/dost sıfatı verildi.

İsmail -aleyhisselâm- da bu fedakârlığı gösterdi. Ona da Cenâb-ı Hak peygamberlik verdi. Ve İsmail -aleyhisselâm-’ın soyundan da Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i insanlığa rahmet olarak Cenâb-ı Hak gönderdi.

Demek ki şunu düşünelim:

Yani Cenâb-ı Hak ne kadar bir mukâbele hâlinde? Biz bir adım yaklaşırsak Cenâb-ı Hak bize ne kadar çok yaklaşıyor…