3 Şeyde Gizli Olan 3 Şey
Allah Teala üç şeyi üç şeyde gizledi. Câfer es-Sâdık Hazretleri’ne göre 3 şeyde gizlenen 3 şey nedir? Bir Müslüman, Allah’ın kullarına karşı hüsnüzan beslemeli, edepli olmalı ve güzel muâmelede bulunmalıdır? Bunun hikmeti nedir?
Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:
“Allah Teâlâ, üç şeyi üç şeyde gizlemiştir:
- Rızâsını tâatinde gizlemiştir. Bu sebeple O’nun tâatinden hiçbir şeyi küçük görmeyin; belki rızâsı o şeydedir.
- Gazabını günahlarda gizlemiştir. Onun için hiçbir günahı küçük görmeyin; belki gazabı ondadır.
- Evliyâsını mü’min kulları arasında gizlemiştir. Bu sebeple mü’minlerden hiç kimseyi hor görmeyin; belki o, Allah Teâlâ’nın velî kuludur.”[1]
Sonra Câfer-i Sâdık Hazretleri şunu da ilâve eder:
“Duânın kabûlünü de kendisine yapılan duâlarda gizledi. Onun için duâyı terk etmeyin; belki kabûlü o duâdadır.”[2]
[Cenâb-ı Hakkʼın rızâsı bâzen büyük, bâzen orta, bâzense küçük bir şeyde gizlidir. Bu itibarla müʼmin, büyük-küçük ayırt etmeden, bütün sâlih amelleri, kaçırılmaması gereken birer fırsat bilmelidir.
HZ. EBUBEKİR (R.A.) YETİM KIZLARIN KOYUNLARINI SAĞARDI
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- halîfe olmadan önce, civârındaki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Müslümanların halîfesi olduğu zaman, artık hayat şartlarının değişeceği ve bu gibi küçük(!) görünen hizmetlerle ilgilenemeyeceği düşünülmüştü. Fakat değişen hiçbir şey olmadı. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, kendisi için büyük bir nasip bildiği bu hizmeti de, aynı mütevâzı hâliyle îfâya devam etti.[3]
Zira Cenâb-ı Hakkʼın hangi sâlih amel hürmetine kulunu sevip râzı olacağı, yalnızca kendisinin mâlûmudur. Bu hakîkatin mefhûm-i muhâlifince; Allah Teâlâʼnın gazabı da bâzen büyük, bâzen orta, bâzense küçük bir günahta tecellî edebilir. Bunun idrâki içinde olan ârif kullara, en küçük günahlar bile, dağlar kadar ağır gelir. Fakat gâfillere ise, en ağır günahlar bile, âdeta tatlı bir mûsikî gibi hafif gelir. Onlar, içine düştükleri sefâleti saâdet zannedecek kadar gaflet sarhoşluğu içinde ömür tüketirler.
MÜMİN GÜNAHINI DAĞ GİBİ GÖRÜR
Sahâbe-i kirâmdan Abdullah ibn-i Mesut -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Mü’min, günahını, altında oturduğu ve sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağ gibi görür. Bu koca dağ üzerime düşer mi, diye korkar durur. Fâcir ise, günahını burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3)
Bu bakımdan müʼmin, günahlar hususunda da sevaplar hususunda da büyük-küçük ayırt etmeden, hepsine gerekli îtinâyı göstermeli, bunların ilâhî bir imtihan hükmünde olduğunu, dâimâ göz önünde bulundurmalıdır. Bütün meseleleri îman firâsetiyle değerlendirmeli, her an hassas bir gönülle Hakkʼa kullukta bulunmalıdır.
HER GÖRDÜĞÜNÜ HIZIR, HER GECEYİ KADİR BİL
Bu meyanda; “her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bilmek” düstûrunu, hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Zira kulların Allah katındaki değerini, Allahʼtan başkası bilemez. Cenâb-ı Hak, kıymet ve üstünlüğü “takvâ” şartına bağlamıştır. Takvâ ise kalptedir. Kalbin pencereleri sadece Allâh’a açıktır. İnsanların kalplerindekileri bilmek mümkün olmadığından, Hak katında kimin daha üstün olduğu da bilinemez.
Bu bakımdan ibâdullâhʼı istihkār, yani Allâhʼın kullarını hor görmek, dolaylı yoldan kendini üstün görmek mânâsına gelir ki, bu hâl, İslâm ahlâkıyla aslâ bağdaşmaz. Cenâb-ı Hak, kullarını bu hâlden şöyle îkaz buyurur:
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin şu beyanları da bu hususta mühim bir ölçü mâhiyetindedir:
“Saçı-sakalı birbirine karışmış, eski-püskü elbiseler içinde, kimsenin îtibâr etmediği niceleri vardır ki, Allâh’a yemin etse, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.” (Tirmizî, Menâkıb, 54/3854)
“Size Cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, fakat «şöyle olacak» diye yemin etseler, isteklerini Allâh’ın gerçekleştireceği kimselerdir…” (Buhârî, Eymân 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Müslim, Cennet, 47)
Demek ki Müslümanın vazifesi, -kim olursa olsun- Allâh’ın kullarına karşı hüsnüzan beslemek, edepli olmak ve güzel muâmelede bulunmaktır.
Öte yandan, Kurʼân ve Sünnetʼte bildirilenler başta olmak üzere, bütün duâlara da imkânımız ölçüsünde devam etmeliyiz. Zira hangi duânın kurtuluşumuza vesîle olacağı veya kimin duâsı hürmetine ilâhî rahmete nâil olabileceğimiz de meçhuldür.]
Dipnotlar:
[1] Ebû Tâlip Mekkî, Kūtü’l-Kulûb, I, 347; Gazâlî, İhyâ, IV, 49. [2] Gazâlî, İhyâ, IV, 49. [3] Bkz. Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 80; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (rahmetullâhi aleyh), Erkam Yayınları
YORUMLAR