73 Fırka Arasından Kurtulan Hangisi Olacaktır?

Peygamber Efendimiz (s.a.v), ashâb-ı kirâmın “Yâ Rasûlâllah! O kurtulan fırka, hangi fırka olacaktır?” sorusuna ne yanıt veriyor?

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin gösterdiği yola aykırı yol tutan, varmak istediği yere hiçbir zaman ulaşamayacaktır.

Ey Sâdî! Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinden yürümeyenlerin, İslâmʼın saf ve berrak yolunda ilerlemeleri imkânsızdır.”

“Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ancak kendi yolundan gidenlere şefaat edecektir.”

“YÂ RASÛLÂLLAH! O KURTULAN FIRKA, HANGİ FIRKA OLACAKTIR?”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacak ve bunların içinden bir fırkası kurtulacaktır.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm sordular:

“–Yâ Rasûlâllah! O kurtulan fırka, hangi fırka olacaktır?”

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Benim ve ashâbımın takip ettiği yolu izleyenler…” karşılığını verdi. (Tirmizî, Îman, 18; İbn-i Mâce, Fiten, 17)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde:

“Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allâhʼın kitabı Kurʼân-ı Kerîm ve Oʼnun Peygamberʼinin Sünnetʼidir.” buyurdu. (Hâkim, I, 171/318; Muvatta, Kader, 3)

Yani Efendimiz; “Size yalnız Kur’ân-ı Kerîm’i emânet bırakıyorum, o size yeter.” buyurmadı. Zira Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin hayatı ve Oʼnun Sünnet-i Seniyyeʼsi, Kurʼân-ı Kerîmʼin en doğru îzâhı ve canlı bir tefsiridir. Dolayısıyla Sünnet-i Seniyye olmadan İslâmʼı doğru bir şekilde anlamak da yaşamak da mümkün değildir.

Nitekim Ahmed bin Hanbel Hazretleri;

“Mushaf-ı Şerîf’e baktım ve otuz üç yerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaatin emredildiğini gördüm.” buyurmuştur.[1]

Bugün “Kurʼân İslâmʼı” adı altında Sünnetʼi lüzumsuz görenler âdeta; “Kurʼân-ı Kerîmʼi Allâhʼın Rasûlü değil de biz yorumlayalım, dînin muhtevâsını O değil de biz belirleyelim!” der gibi, büyük bir hadsizlik sergileyen İslâm düşmanlarıdır. Din âlimi kisveli bu nevî din tahripçilerine karşı, bugün her zamankinden daha dikkatli olmalı, Sünnet-i Seniyyeʼye sımsıkı sarılmalıyız.

Abdullah bin Deylemî -radıyallâhu anh-, Sünnet’e tam bir teslîmiyetle bağlılığın ehemmiyetini şöyle ifade etmiştir:

“…Dînin (zayıflayıp gücünün) kaybolmasının başlangıcı, Sünnet’in terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lif lif çözülüp nihâyetinde kopması gibi, din de sünnetlerin bir bir terk edilmesiyle ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime, 16)

Dinler tarihinde Yahudîlik ve Hristiyanlığın bozulması da, sünnetlerin terkiyle başlamıştır. Peygamberlerin sünnetleri terk edilince, tahrif sırası, âdeta üzerindeki mânevî zırhı yok edilen îtikad ve ibadetlere gelmiştir. Sonunda namaz terk edilmiş, yerine âyin gelmiş, oruç terk edilmiş yerine perhiz gelmiş, tesettür terk edilerek yalnızca râhibelere mahsus bırakılmıştır.

Bugün yegâne hak dîn olan İslâm’a da -Sünnet’i dışlamak sûretiyle- aynı tuzak kurulmaya çalışılıyor. Unutmayalım ki Sünnet, Kur’ân’ın muhâfızıdır. Sünnet’i dışlayanların maksadı, Hristiyanlık’ta olduğu gibi, dînin içini boşaltarak Kurʼânʼı yaşanamaz hâle getirmeye çalışmaktır.

SÜNNET-İ SENİYYE, NÛH -ALEYHİSSELÂM-ʼIN GEMİSİ GİBİDİR

İmâm Mâlik Hazretleri buyuruyor:

“Sünnet-i Seniyye, Nûh -aleyhisselâm-ʼın gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur. Kim de onu terk ederse helâk olur.”

Ebedî saâdetin yegâne yolu, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin Sünnetʼine ittibâdan geçer. Sünnete bağlılığın lüzum ve ehemmiyetini ifade sadedindeki şu hadîs-i şerîf ne kadar mânidardır:

Vefatına yakın Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbıyla birlikte kabristana gitti ve şöyle buyurdu:

“Ben önceden gidip (Kevser’den) ikram etmek için havuzumun başında ümmetimi bekleyeceğim.

Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara; «Buraya gelin!» diye nidâ edeceğim. Fakat bana;

«–Onlar Sen’den sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in Sünnetʼini takip etmeyip başka yollara saptılar.)» denilecek. Bunun üzerine ben de;

«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar!..» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)

Unutmayalım ki bugün bizler ne kadar Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi kalben tanırsak, yarın mahşerde O da bizi tanır. O’nun hayat veren ölçülerini ne kadar duyar ve dinlersek, O da mahşerde bizim feryâdımızı işitir.

Dolayısıyla bugün fırsat eldeyken Allâh’a ve Rasûl’üne tam bir ittibâ gayretine girmemiz elzemdir. Zira âhirette Cehennem azâbını tadan kâfirler gibi pişmanlıkla;

“…Eyvah bize! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e itaat etseydik…” (el-Ahzâb, 66) diye hayıflanmanın hiçbir faydası olmayacak…

Dâimâ şunu düşüneceğiz:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şimdi yanımızda olsa, bizim hâlimize, ahlâkımıza, ibadetlerimize, İslâmʼı tebliğ ve temsildeki vaziyetimize, âile hayatımıza, evlâtlarımızı yetiştirme tarzımıza, ticaretimize, beşerî münâsebetlerimize, toplumdaki tercihlerimize, ümmetin mazlum ve mağdurlarına gösterdiğimiz alâkamıza, Allah yolundaki gayretlerimize tebessüm eder miydi, yoksa rakik kalbi mahzun mu olurdu?..

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Ümmetim bir yağmura benzer, önü mü sonu mu hayırlıdır bilinmez.” buyuruyor. (Tirmizî, Edeb, 81; Ahmed, III, 130)

Bizler de günümüzde Kurʼân ve Sünnetʼi takvâ hassasiyetiyle yaşayıp o bereketli yağmurun bir rahmet damlası olabilirsek, Allah Rasûlü’nün Kevser Havuzuʼnun başında beklediği hayırlı ümmetinden olmayı, Rabbimiz bizlere de lûtf u keremiyle ihsân eder -inşâallah-.]

Cenâb-ı Hak, kalplerimizi Habîbʼinin sevgisiyle müzeyyen kılsın. Kurʼân ve Sünnet istikâmetinde bir hayat yaşayıp âhirette Efendimizʼin güzel şâhitliğine ve şefâatine nâil olabilmeyi cümlemize nasîb eylesin.

Âmîn!..

[1] Bkz. İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbânetü’l-Kübrâ, no: 99.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Eylül, Sayı: 463

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZE ÜMMET OLMA NİMETİNİN FARKINDA MIYIZ?

Peygamber Efendimize Ümmet Olma Nimetinin Farkında mıyız?

PEYGAMBERİMİZE ÜMMET OLMAK

Peygamberimize Ümmet Olmak

HZ. MUSA'NIN ÜMMETİ MUHAMMED'DEN OLMAK İSTEMESİNİN SEBEBİ

Hz. Musa'nın Ümmeti Muhammed'den Olmak İstemesinin Sebebi

HAYIRLI ÜMMET OLMANIN İLK ŞARTI

Hayırlı Ümmet Olmanın İlk Şartı

PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZE ÜMMET OLMANIN ÖNEMİ

Peygamber (s.a.v) Efendimize Ümmet Olmanın Önemi

PEYGAMBER EFENDİMİZ'E ÜMMET OLMANIN ÖNEMİ!

Peygamber Efendimiz'e Ümmet Olmanın Önemi!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.