"93 Harbi" Neden Çıktı?

Sultan Abdülhamîd Han tahta yeni geçtiği ve henüz devletin dizginlerini tam mânâsıyla eline alamadığı için Mithat Paşa ve avanesi, kolay bir zafer elde edebileceklerini umarak Sultan Abdülhamîd Hân’ı dinlemeyip Rusya’ya harp îlân ettiler. 93 Harbi böyle bir durumda neden çıktı?

Sultan Abdülhamîd Han, tahta geçtiği zaman İngiltere uzak denizlere çoktan açılmış ve Hindistan’ı ele geçirmiş bulunuyordu. Rusya ise Türkistan’ı baştanbaşa istilâ ederek onunla bugünkü Afgan bölgesinde karşı karşıya gelmişti. Aralarında hudut anlaşmazlığı sürüp gidiyordu. Bu bakımdan Rusya’nın Osmanlı düşmanlığı ve bu maksatla boğazları ele geçirerek sıcak denizlere açılması, İngiltere’nin de işine gel­mi­yordu.

Diğer taraftan Osmanlı devlet adamları, Sultan Abdülazîz merhûma karşı önce bir ihtilâl ile tahttan indirme ve sonra da câniyâne bir sû­ret­te katl hâdisesini gerçekleştirmiş bulunan Mithat Paşa ve avanesi idi. Bunlar, halk tarafından fevkalâde sevilen Sultan Abdülazîz’e karşı irtikâb ettikleri cinâyet sebebiyle itibarları zedelenmiş bulunduğundan, kazanılacak bir zaferle durumlarını düzeltmek istiyorlardı.

Bunun için Sultan Abdülazîz’den kalan kuvvetli ordu ve donanmaya güvenerek bir harp çıkarmak istediler. Bu harp, şâyet Rusya’ya karşı olursa, İngiltere’nin de Devlet-i Aliyye’ye yardımda bulunacağını tabiî addediyorlardı. Bu keyfiyet için kâfî bahâne de vardı. O sırada bize bağlı bir prenslik durumundaki Sırbistan’ın Ruslar’la olan hudutlarında bir ihtilâf çıkmıştı. Bunu kullanarak Rusya’ya harp açmak istediler. Görüşmelerde uzlaşmaya yanaşmadılar.

Rusya ise, o sırada dün­yanın en kuvvetli ordu ve donanmasına sahip Osmanlı’yla harbi göze alamıyordu. Böyle bir harpte İngiltere’nin de 1853 Kırım Harbi’ndeki gibi Osmanlı’nın yanında yer almasından korkuyordu. Bunun için ihtilâfı bertaraf maksadıyla tâviz üstüne tâviz verdi. Rus çarı da, Türk aleyhinde olan kendi umûmî efkârının baskısı altındaydı. Bu sebeple me­se­leyi bir tâviz alarak halletmiş gözükmek için talebini, bizim toprağımız olan küçücük Nikşik kasabasının, gene bize bağlı bir prenslik olan Sırbistan’a verilmesine kadar küçülttü. Mithat Paşa ve avanesi, buna dahî râzı olmadılar.

Sultan Abdülhamîd, tahta yeni geçmiş bulunuyordu. Henüz devletin dizginleri tam mânâsıyla elinde değildi. Hükûmete ihtilâlci bir kadro hâkimdi. Sultan, onlara -zannettikleri gibi- İngiltere’nin böyle bir bâ­di­rede bizim yanımızda yer almayacağını ispat için İngiliz büyükelçisi Layart’ı da huzûruna çağırarak hükûmet erkânı ile bir müzâkerede bulundu. Layart, hükûmeti nâmına bu toplantıda İngiltere’nin Rusya’ya karşı olan siyâseti dolayısıyla şâyet bir Türk-Rus harbi çıkarsa, bizim muvaffakıyetimizden memnûn olacaklarını söylemekle birlikte, hiçbir sû­ret­te bizim yanımızda yer almayacaklarını kat’î bir dille ifâde etti. Buna rağmen Mithat Paşa ve avanesi, kolay bir zafer elde edebileceklerini umarak Sultan Abdülhamîd Hân’ı dinlemeyip Rusya’ya harp îlân ettiler.

Şu husus tâ­rihî bir gerçektir ki, ihtilâl yapan ordular, lâyıkıyla harp edemezler. Çünkü iç düzenleri sarsılmış bulunur. Nitekim eski takvimimize göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” denilen bu savaşta da böyle oldu. Ruslar, beleşten bir zafer kazanarak tâ Tuna ötelerinden İstanbul’un Yeşilköy’üne kadar geldiler. Yeşilköy’ün o zamanki adı Ayastefanos olduğu için Rus kumandanı Grandük Nikola’nın kılıcına dayanarak dikte ettirdiği sulh şartları “Ayastefanos Muâhedesi” adıyla ta­rihe geçmiştir.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.