Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler

GÜZEL SÖZLER

Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)

Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.

Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.

ABDÜLKADİR GEYLÂNÎ HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER

Ey ahâlî! Allah’tan hakkıyla hayâ edin de gafil olmayın. Ömürleriniz geçiyor, zamanınız tükeniyor. Yiyemeyeceğiniz, yemeye ömrünüzün yetmeyeceği kadar mal, mülk ve servet toplamakla meşgulsünüz. Elde edemeyeceğiniz, ulaşamayacağınız şeyleri emel edinmekle meşgulsünüz.
İçinde oturamayacağınız binalar yapmakla meşgulsünüz.
Bütün bunlar,
Rabbinizin huzûrundan sizi alıkoymasın!..”

YALAN SÖYLER MİYİM?

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin babası, kendisi küçükken ölmüştü. Annesiyle yalnız kalmışlardı. İlme çok iştiyâkı vardı. Bu sebeple devrin ilim şehri olan Bağdat’a gidip tahsil görmek istiyordu. Yalvara yalvara annesini râzı etti. Annesi, babasından kalan 40 altını elbisesinin altına dikti ve şu sözlerle oğlunu uğurladı:

“–Bunlar babandan kaldı, ilim için harca!

Aman evlâdım asla yalan söyleme!”

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin bulunduğu kervanın, yolunu eşkıyâ kesti. Herkesin nesi varsa aldıktan sonra ona da;

“–Senin bir şeyin var mı?” diye sordular. O da;

“–Evet var. Elbisemin altında dikili 40 altınım var.” dedi. Önce ciddiye almadılar. Fakat sonra baktılar ki doğru. Hayretle;

“–Niçin haber verdin? Sen söylemeseydin biz seni çocuk olduğun için aramayacaktık bile!” dediler.

Abdülkādir Geylânî Hazretleri;

“–Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Kırk altın için sözümü hiç bozar mıyım?!.” dedi.

Bunun üzerine, çok duygulanan eşkıyâ reisi;

“–Bu küçük çocuk, günah olacak diye, annesinin sözünü yerine getiriyor. Hâlbuki biz devamlı olarak Rabbimiz’in emrine karşı geliyoruz. Gelin tevbe edelim. Şimdiye kadar eşkıyâlıkta sizin reisinizdim. Bundan sonra da doğru yola gelmenizde öncünüz olayım.” dedi. Hepsi de tevbe edip hidâyete erdiler.

ŞEYTANIN HİLESİ

Abdülkādir Geylânî Hazretleri, başından geçen bir hâli şöyle anlatmıştır:

Bir gün gözümün önünde bir nur peydâ olmuş ve bütün ufku kaplamıştı. Bu nedir diye bakarken, nurdan bir ses geldi:

“–Ey Abdülkādir, ben senin Rabbinim. Bugüne kadar yaptığın amel-i sâlihlerden öyle hoşnudum ki, bundan böyle sana haramları helâl eyledim.” dedi.

Ancak hitap biter bitmez, ben bu sesin sahibinin şeytan -aleyhillâne- olduğunu anladım ve:

“–Çekil git ey mel’un! Gösterdiğin nur, benim için ebedî bir zulmettir/karanlıktır.” dedim.

Bunun üzerine şeytan:

“–Rabbinin sana ihsân ettiği hikmet ve firâsetle yine elimden kurtuldun! Hâlbuki ben yüzlerce kimseyi bu usûl ile yoldan çıkarmıştım.” diyerek uzaklaştı.

Ellerimi yüce dergâha açtım; bunun, Rabbimin bir fazl u keremi olduğu idrâki içinde şükürler eyledim.

Bu sözleri dinleyen cemaatten biri sordu:

“–Ey Abdülkādir! Onun şeytan olduğunu nereden anladın?”

Abdülkādir Geylânî Hazretleri cevap verdi:

“–Sana haramları helâl kıldım, demesinden!..”

(Zira «Yakîn olan ölüm gelinceye kadar kulluğu sürdürmek» emredilmiştir. Bundan Fahr-i Kâinât Efendimiz dahî istisnâ edilmemiştir.)

KULUN TESLÎMİYETİ NASIL OLMALI?

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin naklettiği şu menkıbe ne kadar ibretlidir:

Adamın biri, bir köle satın almıştı. Köle, takvâ sahibi, sâlih bir mü’min idi. Efendisi onu alıp evine götürünce, aralarında şöyle bir konuşma geçti:

Efendi:

“–Benim evimde neler yemek istersin?”

Köle:

“–Ne verirsen onu.”

“–Nasıl elbiseler giymek istersin?”

“–Ne giydirirsen onu.”

“–Evimin hangi odasında kalmak istersin?”

“–Hangi odada kalmamı istersen orada.”

“–Evimin hangi işlerini yapmak istersin?”

“–Hangi işleri yapmamı istersen onları.”

Bu son cevabın ardından, efendi bir müddet tefekküre daldı ve gözlerinden süzülen yaşları silerken şöyle dedi:

“–Keşke ben de kulu olduğum Rabbime böyle teslim olabilseydim. O zaman ne mutlu olurdum!..”

Bu arada köle dedi ki:

“–Ey benim efendim! Efendisinin yanında, kölenin irade ve ihtiyârı olur mu?..”

Bunun üzerine efendi şöyle dedi:

“–Seni âzâd ediyorum. Allah için hürsün. Fakat benim yanımda kalmanı da arzu ediyorum. Tâ ki canım ve malımla sana hizmet edeyim.

(Zira sen bana kulluk âdâbına dair büyük bir ders verdin.)”

Abdülkādir Geylânî Hazretleri bu kıssanın akabinde buyurur ki:

“Kim ki Allâh’ı hakkıyla tanır, O’na gerçek bir muhabbetle teslim olur, O’nun kendisi için takdîr ettiği hâle rızâ gösterirse, onda ne irade kalır ne de ihtiyar. O artık yalnız şöyle der:

«–Allah’tan (O’nun murâdı dışında bir) istekte bulunmak benim neyime?!.»” [Abdülkādir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbânî, (Abdülkādir Geylânî’nin Sohbetleri), İstanbul 1987, s. 421.]

TEVBEYİ MUHAFAZA

  • Sadece tevbeyle iş bitmez.

Asıl mesele, tevbede sebât etmektir.

  • Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da ağacı dikmek değildir. Asıl mesele, dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hâle getirmek ve dâimâ güzel meyve vermesini temin etmektir.
  • Bütün varlığınla Rabbine yönel!
  • Yarın endişesini, dünün yanına terk et!

Zira muhtemeldir ki yarın geldiği zaman, sen ölmüş olabilirsin.

İsyanınız nefsinize, itaatiniz Rabbinize olsun!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık