Abdülkâdir Geylâni Hazretleri’nin Sohbeti
Abdülkâdir Geylâni (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Abdülkâdir Geylâni Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz.
Abdülkâdir Geylâni -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet ederdi:
YALNIZ SANA MUHTAÇ OLALIM ALLÂHIM!
Allâh’ın kelâmını ve Rasûlullah’ın sünnetini bilen ve onlarla amel eden mürşidlere uyunuz. Haklarında hüsn-ü zan besleyiniz. Bilmediklerinizi onlardan öğreniniz. Onların huzûrunda güzel edeble hareket ediniz. Onlarla beraberliğinizde usûl ve âdâba riâyet ediniz. O zaman felâh bulur, kurtuluşa erersiniz. Siz Allâh’ın kitabına, Rasûlullah’ın ahlâkına ve bunları iyi bilen ve hükümleriyle amel eden mürşidlere uymadıkça aslâ felâh bulamaz, kurtuluşa eremezsiniz.
Kim ki sırf kendi aklı ile hareket eder ve kendini başkalarından müstağni sayarsa dalâlete düşer. Senden daha bilgili olanların sohbetlerine iştirak etmek sûretiyle nefsini kötü ahlâktan temizle. Ruhûnu terbiye et, ahlâkını güzelleştir. Önce kendi ruhunun terbiyesi, kendi nefsinin ıslâhıyla meşgul ol. Sonra da başkaları ile. Başkalarını aydınlattığı hâlde, kendini eritip bitiren mum gibi olma. Hiç bir şeye; enâniyetinle, hevaî duygularınla ve nefsinin arzuları ile girişme. Allah seni bir husus için murâd ettiği zaman seni ona hazırlar. Eğer halkı senden faydalandırmayı murâd ederse seni onlara gönderir. Bu hususta sana sebâtkârlık verir. İnsanları idare etme kabiliyeti verir. Onlardan gelecek meşakkatlere katlanma gücü verir. Halkın faydası için senin kalbine genişlik verir. Göğsünü açar, oraya hikmetler doldurur. Bâtınını murakabe eder, özüne sürûr doldurur. İşte o zaman sen senlikten çıkarsın.
Allâh’ın yoluna girmek isteyen, önce nefsini terbiye etsin. Ahlâkını güzelleştirsin. Nefs, güzel edepten yoksundur. Zîra o dâimâ kötüye meyyaldir. Allâh’ın katında ne gibi ameller işlersin? O’na gidişinde hâlin nasıldır? O’nun yolunda gidecek güzel ahlâka sahip misin, değil misin?
Nefsinle mücahede et, savaş. Tâ ki tatmin oluncaya, yola gelinceye kadar. Yola gelince, onu al. Allâh’ın kapısına götür. Riyâzattan, talim terbiyeden geçirmedikçe ve güzel bir edeb sahibi yapmadıkça sakın ona uyma. Allah Teâlâ’nın gerek mükâfat vaadini, gerekse cezâ verme haberini kabul etmedikçe, onun isteklerine muvâfakat etme. O kördür, dilsizdir, sağırdır, mecnundur; Aziz ve Celil olan Rabbini bilmemektedir.
Eğer nefsin terbiyesi için yapılan mücâhedeler devam ettirilirse, bu devamlılık sebebiyle onun gözleri açılır, dili konuşmaya, kulakları işitmeye başlar. Deliliği, cehâleti ve Rabbına olan düşmanlığı yok olur. Fakat iyi bir netice alabilmek için iplere yani bir takım bağlara ve elemanlara ihtiyaç vardır. Mücâhedenin saat be sâat, günbegün, sene be sene devam etmesi gerekir. Bu iş, ayda bir günün bir saatinde yapılacak bir mücâhede ile olmaz.
Sen kendi benliğinden ve nefsâniyetinden sıyrılmadıkça Allah ile sohbettâr olamazsın. Allah ile sohbettâr olabilmek için, sanki âmâ imiş de görmüyormuş, suya kanmış da susamıyormuş, ölmüş kımıldamıyormuş gibi bir seviyeye geleceksin.
Ey aziz, şu aldatıcı âlemden geç... Bu aynı zamanda ilahî bir emirdir... Çünkü Cenâb-ı Hak: “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman, 33) buyurmuştur.
Burada aldatıcı şeytandır. O gelir yaptıracağını yaptırır. Sonra da “Allah kerimdir, istiğfar eyle, bağışlanırsın” gibi sözler eder ve seni kandırır. Sakın onun bu sözüne kanmayasın. Hem istiğfar nasip olacağını nereden biliyorsun? Tevbe, istiğfar etmeden ölenlerin sayısı az mıdır?
***
Allâh’ı sevmekte cidden sâdık ve samîmî olan bir mürid, önceleri insanları gördüğünde, onlardan herhangi bir söz işittiğinde veya bir dünyalığa nail olduğunda, daralır, sıkılır. Öyle ki, mahlûkattan hiç bir şey görmek istemez. Kalbi şaşalar, aklı gâib olur. Gözü kayar, o derecede ki, kalbinin başına rahmet eli gelip de, kendisine sükûnet getirinceye kadar, bu hâl üzere devam eder. İzzet ve Celâl sahibi Rabbine yakınlık kokusunu koklayıncaya kadar esriklikten kurtulamaz.
Allâh’a yakınlık esansını kokladığı an ise derhâl ifâkat bulur, ayılır, manevî sarhoşluk ve vecd hâlinden kurtulur.
Tevhidde, ihlâsda, Rabbini tanımada, O’nu bilmede ve O’na olan muhabbette iyice istikrar kesbettiği zaman ise kendisine sebât gelir. Halka karşı geniş olma ve onlara tahammül etme duygusu hâsıl olur. Allah Teâlâ’dân kendisine bir kuvvet gelir.
Böylece hiç bir külfet duymadan, halkın ağırlıklarına katlanır, onlara yaklaşır, kendilerini arar, bütün meşgalesi halkın hizmetlerini görmek olur. Bu esnâda Allah Zülcelâl ve’l Kemâl hazretleri ile beraber olmaktan da bir an dahi geri durmaz.
Dünya fânîdir. Ömrünün sonu pek yakındır. Nimetleri elden gidicidir. Güzelliği değişicidir. Ahlâkı pek kötüdür. Eli boğazlayıcıdır. Sözleri zehirlidir. Çok imtihana tabi tutucudur. Çabuk ve çok boşayıcıdır. Kendisine bir daha dönüş yoktur. Ne aslı vardır ne de vefası. Onda kalmak su üzerinde bina yapmak gibi bir şeydir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, mü’min onu kalbine ne bir karargâh olarak kabul eder, ne de bir ev. Sonra bir derece terakki eder. Kadri yücelir, Allah sevgisinde ve O’na bağlılığında sebât ve istikrâr kazanır. Böylece Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ni tanır. Daha önceleri dünyayı karargâh edinmediği gibi, bu safhalardan itibaren artık âhireti de karargâh edinmez ve kalbinde âhiret düşüncesine de yer vermez olur. Bilâkis dünyada da, âhirette de kalbine karargâh olarak yalnız Allâh’ın yakınlığını seçer, yalnız Mevlâ’sının yakınlığını kalbine karargâh edinir.
Dünyanın tamamı bir musîbet, bir fitne, bir meşgaledir. Ancak âhiret için sâlih ve hâlis niyetlerle alınanlar bundan müstesnâdır. Dünyadaki tasarruflarında ve yapılan işlerde niyet hâlis ve sâlih olduğu zaman, o iş âhiret için yapılmış olur. Her nimet Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne aittir, kayıttan âzâdedir. Allah Teâlâ’ya şükür, ona şükürle olur.
Hakk’a şükür iki şeyden ibarettir: Bunlardan biri nimetleri Allâh’a kulluk yolunda kullanmak ve onlara fakir ve yoksulları da ortak etmektir. Diğeri de onları vereni tanımak ve ona şükretmektir. Nimetleri veren ancak Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleridir.
Yediğini, nefsânî, hevâî istek ve arzularının zevkiyle yeme. Zîra böyle hareket etmek bir perdedir. Hem de öyle bir perdedir ki, İzzet ve Celâl sâhibi Rabbine karşı senin kalbini perdeler. Mü’min, nefsi için yemez, nefsinin hevâi arzularının tesiriyle yemez. Nefsi için giyinmez, nefsi için faydalanmaz. Nefsi için zevklenmez. Bilakis, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne kulluk edebilmek için, daha fazla, güç, kuvvet kazanmak maksadıyla yer, içer, giyinir. Allâh’ın huzûrunda sağlam durmasını ve sıhhatli olmasını sağlayacak şeyleri yer. Şerîat ölçüleri dairesinde yer. Nefsânî duygularını ve zevklerini tatmin etmek maksadıyla yemez. Aziz ve Celil olan Allâh’ın emriyle yer.
Mârifetullahı tahsil hususunda çalışınız. Gayret ediniz. Yani Mârifetullah, Allah ile bir olmak, O’nun takdiri, kudreti ve ilmi ile bir arada bulunmak demektir. Mârifetullah, Allâh’ın fiillerinde, hükümlerinde ve takdiri ilâhîsinde küllî bir yokluğa ermek demektir.
Ey insanlar! Sizler büyük işler için yaratıldınız. Fakat bundan haberiniz bile yok. Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri şöyle buyuruyor: “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize aslâ döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” (Mü’minûn, 115)
Ey ahâli! Kur’ân a olan sevginizi onun ahkâmı ile amel ederek gösteriniz. Ondan alacağınız öğütleri, onun esaslarına uyarak alınız. Yoksa onun üzerinde mücadelelere girişerek ona bağlılığınızı göstermeye ve ondan öğüt almağa kalkışmayınız. İnanç esasları, pek az bir kaç cümleden ibarettir. Ameller ise pek çoktur. Size Kur’ân’a inanmak ve onun ahkâmına riâyet etmek gerek. Allâh’ın kelâmını kalplerinizle tasdik ediniz. Uzuvlarınızla da ameller edâ ediniz. Size dünyevî ve uhrevî faydası olan şeylerle meşgul olunuz. Hakîkatleri olduğu gibi idrâk etmekten âciz olan denî akıllara aslâ iltifat etmeyiniz. Onları aslâ dinlemeyiniz.
Ey oğul! Kur’ân ile amel etmek seni Kur’ân’ın mevkiine yükseltir, oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek seni, Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem’e yükseltir. Rasûlullah kalbi ile ve manevi himmetiyle Allah dostlarının kalpleri çerçevesinden bir an dahî ayrılmaz. Allah dostlarının kalplerini güzelleştiren, kokulayıp buhurlayan O’dur.
Onların özlerini tasfiye eden, kötü duygulardan temizleyen ve tezyin eden O’dur. Onların kalplerine Allâh’a yakınlık kapısını açan O’dur. Onların perişan ruhlarını huzura kavuşturan O’dur. O, kalbler ve özlerle onların Rabbi arasında bir sefirdir, elçidir. Kalpler ona her adım attıkça kendisinin ferahlığı ve sevinci artar. Bu mertebeye nâil olan bir kişinin de şükretmesi ve ayrıca Allâh’a olan kulluğunun artması gerekir. Böyle bir mertebeye ulaşmadan ferahlanıp sevinmek ise kuru bir hevesten ibarettir.
***
Allâh’ım! Bize gerek sana karşı, gerek kullarının seçkinlerine karşı hüsn ü edeble davranmayı nasip et. Sebeplere dayanıp güvenme iptilasına bizi mubtela kılma! Tevhidimiz ve sana olan tevekkülümüz, üzerinde bizi sabitkadem eyle! Bizi kendinle ve hacetleri yalnız sana arz etmekle başkalarından müstağnî kıl! Bizi kendi sözlerimizle ve kendi amellerimizle imtihan etme! Onlar sebebiyle cezalandırma, bize lütfunla, kereminle, cezamızdan vazgeçmekle ve müsamahanla muamele et.
Allâh’ım! Ey bütün varlıkları yaratan! Ey sebeplerin müsebbibi! Bizi varlıkları ve sebepleri sana ortak tanıma bağından kurtar.
Allâh’ım! Beni de duâ isteyeni de kendinden başkasına muhtaç etme! Yalnız sana muhtaç olalım. Seninle müstağni olalım yalnız seni zikredelim. Yalnız senden isteyelim.
Allâh’ım! Bizler hepimiz seni murâd ediyoruz. Seni diliyoruz. Ancak, âfetler ve engeller bizim önümüzü kesiyor. Sana gelmemize mani oluyorlar.
Allâh’ım! Bizi gaflet uykusundan uyandır. Bizim kimimizi, kimimizden faydalandır. Bizi yalnız kendinle meşgul et! Ta ki nefislerimiz ıslah olsun. Nefislerimize sana gelen yolu göster, ömrümüzün kalan kısmını senin yolunda meşguliyetle geçirelim.
Allâh’ım! Bizi helâk olmaktan kurtar, senden yalnız yakınlığını dileriz. Dünyada da âhirette de, dünyada kalplerimizle, âhirette gözlerimizle, yalnız sana nazar etmeyi dileriz.
Allâh’ım! Sen bütün insanları kendi kapına yönelt. Bu benim tek ve ebedî isteğimdir. Her şey sana âittir, sana mahsustur. Bu benim sevap kazanmama vesile olabilecek umumî bir duâdır.
Allâh’ım! Bizi bize döndür. Bizi kapında durdur.
Allâh’ım! Bizi senin için, sende ve seninle eyle. Bizi sana hizmetle bahtiyar eyle. Almamız da, vermemiz de yalnız senin için olsun. İçimizi senden başkasının sevgisine mekân olmaktan temizle. Bizi, nehyetdiğin yerlerde bulundurma. Emrettiğin yerlerde bizi bize kaybettirme. Zahirimizi sana günah işlemekten, batınımızı da sana şirkten koru. Bizi nefislerimizin elinden al! Kurtar, sana ulaştır. Bütün fiil ve hareketlerimiz yalnız senin için olsun. Yalnız sana güvenelim, yalnız sana dayanalım. Senden gâfil olmak bedbahtlığından bizi uyandır. Bizi sana taat, ibâdet ve münâcaat elbiseleri ile giydir. Kalplerimize ve özlerimize sana yakınlık zevkimizi tattır.
Nasıl ki gök ile yer arasını ayırdı isen, günahlarla bizim aramızı da aynen öylece ayır. Bizi günahlardan uzak tut.
Nasıl ki gözün siyahı ile beyazının arasını biri birine yakın etti isen, aynen onun gibi, bizi de sana kulluğa sana taata yakın et. Günahlarla bizim aramızı aç. Tıpkı sana masiyet bahsinde Yûsuf aleyhisselâm ile Züleyha’nın arasını açtığın gibi.
Ey Bir olan Yaratan! Bizi, seni tevhid edenlerden, birleyenlerden eyle! Senin yolunda gitmemize engel olanlardan bizi kurtar. Bizi kendin için seçilmişlerden eyle!
Bizim iddialarımızı lütfunun ve rahmetinin delilleriyle tashih et. Kalplerimizi temizle. İşlerimizi âsân et, kolaylaştır. Bizi yalnız kendinle ünsiyet ettir. Senden başkasıyla ünsiyet etmekten koru. Bizim bütün kederlerimizi bir tek keder yap! O da sana yakınlık olsun.
Dünya ve âhiret sana yakın olmak düşüncesinden başka bir kederimiz bulunmasın! Âmin.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları