Ağlamanın Anlamı Nedir?
Ağlamanın anlamı ve değeri nedir? İlk ağlamanın sebebi neydi? Gerçek anlamda ağlayan son kişi kimdi? İhlaslı kullar neden ağlar? İnsan varoluşunda ağlamanın değeri veya ağlamanın anlamı...
Ethem Cebecioğlu’nun, başından geçen bir hatıraya dayanarak kaleme aldığı yazı...
Rahmetli Musa Efendimiz (ks) vefatlarından önce bir süre, oturarak namaz kılmak zorunda kalmıştı. Secdeye gidemiyordu, secdeyi imâ ile yapıyordu. Kulun Allah’a en yakın (kurb) hali olan secdeden mahrum kalması, O’nu çok üzüyor ve çektiği bu hasreti zaman zaman dile getiriyordu.
Yine bir defasında secdeye duyduğu özleminden bahsetmiş ve ağlamıştı. O sırada yakın hizmetinde bulunan bir talebemiz, o akan gözyaşlarını idrofilli temiz bir pamukla silmişti.
Bir süre sonra Ankara’ya ziyaretime gelen bu talebemiz;
- Hocam, İstanbul’dan size bir hediye getirdim, dedi. Ve elindeki avuç içi kadar küçük, zarif işlemeli metalik bir mahfazayı bu fakire verdi.
- Hayrola evladım, bu mahfazada ne var ki, diye sorduğumda;
- Musa Efendimizin (ks) secdeye gidemeyişinden dolayı ağladığında akan gözyaşlarını sildiğim pamuk var, diye cevap verdi.
Fakir duygulandım, gözlerim yaşardı. Hediyeyi bütün kalbimle kucaklayarak kabul ile teşekkür ettim. Ertesi gün, o kıymetli hediyeyi, Ankara’da Musa Efendimizi (da) Fakirden daha çok seven birine hediye etmek istedim. Rahmetli Hacı Gedikli Abimize gittim. Durumu arz edip o küçük mahfazayı O’na hediye ettim.
Çok memnun kaldı önüne koydu, murakabeye daldı. On dakika sonra başını kaldırdığında yanakları gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Baş başa bir süre beraberce ağladık.
İşte yaşadığımız bu hatıra, ruhumda uzun yıllar unutamayacağım derin izler bıraktı. Ve uzun uzun yıllar gözyaşlarını, ağlamayı ve gözyaşının değerini düşündüm. Elinizdeki, mütevazı üç makale işte bu tefekkürün sonucunda ortaya çıktı.
AĞLAMANIN ANLAMI VE DEĞERİ
Ağlamak üzerine bir tefekkür yolculuğu, bizi acaba hangi menzillere, duraklara (mevâkıf) ve ufuklara ulaştırır? İnsan varoluşunun tam merkezinde bulunan kullukta, “ağlamak” acaba hangi anlam yelpazelerine sahiptir? Bu üç makalemizle Kur’an ve Hadislerden başlayarak varoluşçu açılımlarına kadar “ağlamanın anlamı ve değerine” doğru bir tefekkür yolculuğu yapmak istiyoruz.
İLK AĞLAMANIN SEBEBİ
Evet, ibadet fenomenolojisinde “büka/ağlamak” en basit şekliyle Hz. Âdem’le (a.s.) başladı. O, “evvelü’l-bekkâîn” idi. Yani ağlayanların ilkiydi.1 Ağlamasının sebebi “kurb” dü. Yani “yasaklanmış ağaca yaklaşıp ondan yemesiydi.”2 İlk ağlamanın sebebi işte buydu.
Bu durumda insanoğlunun yeryüzünde inşa ettiği ilk değer, dikkat edilirse, kökeninde zelle bulunan bu “ağlama”dır. Esasen bu tür değerler, sahip çıkılabilir, hayata geçirilebilirse, insana özgürlük kapılarını açar ve kendine yeterli olma kapasitesini artırır.3 Yani insanoğlu yeryüzüne ilk defa ağlamakla tutundu. Hz. Âdem’in (a.s.) dünyaya inişi/gelişi ağlamakla olduğu gibi, aslında hepimiz doğum sırasında ağlayarak bu kevnî değerle tanışıp hayata tutunmuyor muyuz?
En mükemmel, zirve ağlamak ise, Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) teheccüd vakti “secdedeki ümmetî diyerek ağlaması”ydı.4 O, secdede “vescüd vakterib”5 ilahî kelamına göre yine “kurb” halindeydi. İftial babının mana spektrumuna göre, bu, basit bir kurb/yakınlık değil, şiddetli kurbdü… ve yine ağlamak vardı orada.
GERÇEK ANLAMDA AĞLAYAN SON KİŞİ
Bütün peygamberler “kavmim” diye yalvarırken, O, “ümmetim!” duasının tekrarıyla secdede kendinden geçiyordu. O, “Hâtemü’n-nebiyyîn” olduğu gibi, aynı zamanda “Hâtemü’l-bekkâîn” yani gerçek manada ağlayanların sonuncusu idi. Özetle ağlama serüveninin insan varoluşunda ilk yolculuğunun, nefs merkezli olarak başladığını, Hz. Eyüp (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Yakup (a.s.), Hz. Nuh (a.s.) gibi peygamberlerle kıvam kıvam tekâmül ettiğini ve bu tekâmül piramidinin en sonunda zirve taşı olarak sevgili Peygamberimizle en ekmel bir şekilde noktalandığını görüyoruz.
Kural olarak her şeyin tekâmül etmiş en sonuncu hali, yüksek kalite ve standardı ifade eder: Bu keyfiyete, “Ve hitâmühû misk” sonu misktir, diyor Hz. Allah (cc). Ve biz kullarına da “haydi bu mükemmellikte yarışınız!” diyerek son sözü söylüyor: “Fel-yetenâfesi’l-mütenâfisûn.”6
KUR’ÂN’DA AĞLAMAK
Kur’an’da ağlamakla doğrudan ilgili toplam dokuz ayet vardır7 ve ilginçtir ki, hepsi de yukarıda ifade ettiğimiz gibi değer üretmeye yöneliktir.
“Hz. Resul’e inen Kur’an’ı dinlediklerinde, hakkı irfanî olarak tanımaları (arafû) sebebiyle onların gözlerinden yaş geldiğini görürsün.”8 âyetinde, ağlamanın bir yönüyle irfanî yapıyla bir bağlantısı olduğuna işaret edilir. Bu bağlamda, basitçe Kur’an’ı anlayanlar ağlarlar. Ve ağlayanlar anlayanlardır diyebiliriz. Peygamberimizin hüzünle nazil olan Kur’an’ın yine hüzünle okunması9 tavsiyesini burada bir kez daha düşünelim. Hüzün de bilindiği gibi “kalbin ağlaması” dır.
İHLASLI KULLAR NEDEN AĞLAR?
Bir başka ayet-i kerimede de hayra ulaşamamanın ihlaslı kullarda gözyaşına dönüştüğü anlatılır:
“Harcayacak bir şey bulamamalarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş gelenler…”10 Bu âyet, hayır ve gözyaşının ilginç bir boyutta etkileşim halinde olduğunu gösterir. Yani âyette gözyaşının değere dönüşmesine işaretle, onun hayr boyutuna örtülü bir atıfta bulunulur.
İnsandan ayrı olarak Kur’an’a göre, yer ve gök de ağlama kabiliyetine sahiptir. İlginçtir, yer ve göğün güldüğüne dair Kur’an’da herhangi bir ayet yoktur. “Gök ve yer onların üzerine ağlamadı…”11 âyetiyle yer ve göğün ağlama kabiliyetine işaret edilir. Merhametin, gök ve yere de verilmesi, onların da kendi varlık alanlarına göre izafî bir ağlaması olduğunu gösterir.
“Bu sözden (Kur’an’dan) dolayı hayrete mi düşüyorsunuz? (Derinleşmeniz gerekirken) gülüp, (yüzeysel bakıp) ağlamıyorsunuz.”12 Bu âyete göre, Kur’an’ın güldürmek için değil, düşündürmek, anlaşılıp hüzünlenip, ağlamak, yani içe yönlendirmek için geldiği anlaşılır. İçe yönelmek ise, ağlamak, olmak ve oldurmak için gerekli bir vesiledir.
“Artık kazandıkları işlere karşılık az gülsünler, çok ağlasınlar”13 ayetinde kulun muhasebe üzerinden kendini, koordinatlarını, yerini, adresini bilmesi ve bunun sonucu olarak çokça ağlaması gerektiğiyle irtibat kurulmuştur. Yani bu âyetle ağlamanın erdiren ve olduran irfanî boyutu üzerinde tefekkür kapıları açılmıştır.
HZ. YUSUF’UN (A.S.) AĞLAMASI
Yusuf Suresi’nde ağlamanın inandırıcılık yönüne de dikkat çekilir; Hz. Yusuf’u (a.s.) kuyuya atınca, kardeşlerinin akşam babalarının yanına döndüklerinde, gözlerinden akan yaşlar,14 fizikî olarak biyo-organikti, ama gerçek gözyaşları değildi, yapaydı, sanal ve sahteydi. Gözyaşını sahtelerin ve yalanların üzerine döküp yaldızlarsanız, daha inandırıcı olur. Çünkü gözyaşı şuuraltımızda, daima samimiyet ve ihlasla özdeşleşmiştir. Aslında “insanî fıtratımız” da böyledir.
“Daha önce kendilerine ilim verilenlere, Allah’ın ayetleri okununca secdeye kapanıp ağlarlar.”15 Bu husus ayete göre, huşudan, okunan ayetleri içselleştirebilmekten, yani kalbin manayı güçlü ve derin bir şekilde hissedebilmesinden kaynaklanır. Âyete göre ağlamak, içe nüfuz eden direkt bir tesir gösterir. Yani ağlamak öze, vahdete yöneliş iken, gülmek dışa doğru kesrete doğru bir yöneliştir.
“Ennehü (hu) hüve (hüve) adhâke ve ebkâ” yani “O, güldürdü ve ağlattı.”16 âye-tindeki ağlamak-gülmek kavramı ile ilginç bir tefekküre yönlendiriliyoruz: Gülmeyi ağlamakla, ağlamayı da gülmekle beraber, yani vahdeti kesretle bütüncül-tevhidî bir tarzda zıtları birleştirerek düşünmek ve yaşamak. Bu da farklı bir tefekkür boyutu veya ufku…
ÇOK GÜLMENİN ZARARI VAR MI?
Aynı âyetin hemen devamında “Ennehû hüve emâte ve ahyâ” yani “O, muhakkak ki, öldüren ve diriltendir.” buyruluyor. Bu iki âyet anlam bütünlüğü içinde ele alınırsa, gülmenin ölümle, ağlamanın dirilikle eşleştiği görülür. Nitekim bu anlam irtibatı bir hadisle de şöyle açılım kazanır: “Çok gülmek kalbi öldürür.”17
Ağlamak…, Tamam ağlamayı anladık. Ama “ağlamak”, Allah’ın ağlatmasının nesi oluyor? Ayette ebkâ/ağlattı derken, bu fiilin hüve ve hu ile bağlantısı ne? Bu bağlantı, acaba âyetin anlamına hangi açılımları kazandırır? Görünüşe göre ağlamanın kaynağı “Hüve”yle ve ondan önce de “Hû” ile bağlantılıdır. Yani gaybın gaybıyla alakalı… Bu yüzden acaba, ağlamak bir nasip meselesi mi? Evet, sanki öyle gibi!.. Bu yüzden herkes ağlayamıyor.
Esasen değerlerin, sosyal ilişkileri geliştirmesinde ve toplumsal ayrışmanın önlenmesinde önemli bir rol oynadığını18 göz önünde tutarsak, ağlamayı sosyolojik bir değer olarak tekrar düşünmek gerekir. Mesela fakirlere yardım için kurulan pek çok vakfın, derneğin arkasında toplumun ma’şerî vicdanının ağlama seslerini duymamak mümkün mü?
Dipnotlar: 1) Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, Beyrut 1983, s. 611. 2) Tâhâ,20/121. 3) M. W. Berkowitz, The Science of Character Education, Hoover Institution Press, California 2002, s. 96. 4) Müslim, İman, 346. 5) Alak, 96/19. 6) El-Mutaffifîn, 83/26. 7) Muhammed Fuad Abdulbâkî, el-Mu’cemu’l-Müfehres, Kahire 1996, “B-K-Y” maddesi. 8) El-Mâide, 5/83. 9) İbni Mace, “İkâme”, 176. 10) Et-Tevbe, 9/92. 11) Ed-Duhan, 44/29. 12) En-Necm, 53/60. 13) Et-Tevbe, 9/82. 14) Yûsuf, 12/16. 15) Meryem, 19/58. 16) En-Necm, 53/43. 17) Camiu’s-sağir, IV / 1350. 18) Avcı, Nâbî, Toplumsal Değerler ve Gençlik, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007, s. 21.
Kaynak: Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 394