Ağrı da Nimetmiş Meğer

TEFEKKÜR

Fırat Erdoğan'ın kaleminden ağrı duyusu nimetini anlatan örnekler.

Hayır işlerini meslek edinmiş bir dostumuz, ihtiyaç sahibi muhacir bir kardeşimiz için aradı. Kafası karışmış:

- Hocam çocuğun bir hastalığı varmış, çocuk ağrı duymuyormuş.

Ömrü, muhtelif sebeplerle ağrılardan mustarip insanlarla geçen biri için gerçekten şaşılacak bir durum. Adam ağrı duymuyor. Ne mutlu… Ağrı kesici yok, gece yatakta bir o yana bir bu yana dönmek yok. Doktor, hastane, tahlil, MR (emar) …yok. İşten güçten de kalmıyorsun.

Evet, öyle oluyorsun ama sonuç beklediğin gibi olmuyor ağabey diye mukabele ettik..

Sonuç nasıl oluyor? Bakınız şekil 1.


Şekil 1.

Gördüğünüz düz grafi, röntgen filmi. Ne görüyoruz?

Bir çocuğun karın bölgesi ve yaklaşık dizlerine kadar olan bacak kısmı. Direkt gözünüze çarpan düz, parlak cisimler. Çivi, plak, vida vs.. en dışta da zımba gibi bir şey.

Ne arıyor burada?

Sürekli kırılan hem de parça parça kırılan kemikleri toparlamak için kullanılan ortopedik malzeme, en dıştaki de dikiş malzemesi.

Tanı: doğuştan ağrıya duyarsızlık sendromu.

Sebebi bulunamamış, toplam kaç hastanın etkilendiği bile tam tespit edilememiş bir hastalık. Genellikle dünya üzerinde 300-500 hastadan bahsediliyor alt tipleri ile birlikte.

Tedavisi yok maalesef.

Daha kötüsü eşlik eden problemler var.

Kendine zarar verme hareketleri mesela.

Tırnak yemeyi duymuşsunuzdur. Bu hastalarımızda böyle başlıyor ama parmaklarını yiyip bitiriyorlar. Dilini ısırdığını fark edemeyen bir hastamız diş polikliniğine başvurduğunda, dilinin sol yarısının tamamen bittiği fark edilmiş.

Rabbimiz boşuna yaratmamış tabii ki ağrıyı da. Kapınız uygunsuz zamanda, uygunsuz şekilde zorlanırsa alarm çalmaya başlar. Sadece sizin değil yedi mahallenin uykusunu bölen kulaklarını çınlatan korkunç bir ses yayılır. Evet, bu kısmı ciddi zahmet ama arkası nimet olur gürültünün. Ağrı için de söylenebilecek en temel fayda budur muhtemelen.

Düşünün muhacir kardeşi, bacağı kırılmış, haberi yok. Sakınmıyor o bacağı. Üç beş basmadan sonra, kemik parça parça, topallamaya başlayınca, etrafındakiler fark ediyor.

Normalde en ufak bir travmada zonklayıcı bir ağrı sizi koşa koşa acil servise götürür, birçoğunda müdahale gerektirecek bir durum olmamasına rağmen. Az bir kısmında problem tespit edilir. Bandaj olur, alçı olur ama sonunda şifa olur biiznillah

ALGOLOJİ

Tedavi edilmeyen bel fıtıklarından, son dönem kanser hastalarına kadar çok sayıda insanın yolu bir şekilde düşer, bu tabelanın asılı olduğu kapıya.

Başlangıçta anlam verilemez. Neresi burası?

Ağrı bilimi.

Gerçekten adına bilim dalı ihdas edilecek genişlikte bir konu olan “ağrı”dan bir dergi hatta bir kitapta bile bahsetmek mümkün olmaz. Amacımız ağrıya nasıl bakmalıyız sorusuna biraz yol göstermek.

Daha önce öksürük hakkında koruyucu mekanizma olmasının ötesinde alarm sistemidir demiştik. Burada temel mesele: doğrudan alarm özelliği. Çok yorulduğunuz günün sonunda başınız ağrıyor. Ağrı kesici alalım geçsin. Olur. Ama sabah uyandık, “bugüne kadar hiç görmediğim şekilde başım ağrıyor…” Aman, sakın. İyi ihtimal patlamak üzere olan bir damardır, kötü ihtimali hiç söylemeyelim.

Her zaman bu kadar trajik olmaz tabii ki ağrılar. Halı saha maçları sonrası dizde ağrı 3-5 gün bekleyebilir duruma göre. Genellikle yumuşak doku travması çıkar altından. Ama günlük hayata engel olmaya başlayan ağrı, gecikildiğinde daha ciddi ameliyat gerektirecek menisküs, bağ yırtığı vs. de olabilir.

Peki, vatandaş olarak nasıl ayıracağız ağrıyı.

Sabredilecek mi?

Acile gidilecek mi?

Maalesef sihirli bir formül yok elimizde. Sistemi aşırı yüklenmeyle, idarenin angaryaları ile tıkamasaydık, kapı komşumuz aile hekimine sormak iyi bir seçenekti.

Ne yapalım?

Yaşam kalitemizi etkiliyor, günlük aktivitemize engel oluyor, etkilenen organa göre değişmekle beraber ağrıya eşlik eden ilave şikâyetler varsa bir hekimden tavsiye almakta fayda var.

Bu yazının mesajını tekrarlayarak bitirelim.

Ağrıyı dikkate alalım, bir hap yutuvermek ağrıyı geçirebileceği gibi “hapı yutmanıza” da sebep olabilir.

Kalın sağlıcakla.

Kaynak: Fırat Erdoğan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 431