Ahireti Kurtaran Ameller
Hak ve hakîkat adına her fetret devrinden kurtuluşun en mühim vesîlesi, Kur’ân-ı Kerîm hizmetindeki gayretler olmuştur. Zamanımız, böyle azim ve gayretlerin hayâtî bir ehemmiyet arz ettiği bir devirdir. Bu zamanda bütün ümmetin yeniden silkiniş ve öz benliğine dönüşünü temin edebilecek olan asıl hizmet, Kur’ân-ı Kerîm’e yönelen ilgi ve alâkaya revaç verebilmektir.
Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın “nûrunu tamamlayacağı” vaadi bir îmân umdesidir. Lâkin Cenâb-ı Hak nûrunu tamamlamak husûsundaki vaadini insanlar eliyle gerçekleştireceğine göre hepimiz, o vaadin gerçekleşmesinde canhıraş bir hamle ve fedâkarlık hâlinde olmalıyız. Yoksa Rabb’imiz yine nûrunu tamamlar, fakat bu hizmetlerde ihmalkâr davrananlar mes’ûl olurlar.
TEBÜK SEFERİNE KATILMAYAN ÜÇ KİŞİ
Allâh Rasûlü’nün yanında bütün seferlere katılıp da yalnız Tebük Seferi’ne iştirak etmeyen o üç kişiye gelen ilâhî cezâ mâlûmdur. Şu hâlde ferdî mesûliyetten kurtulabilmek için îmân ve İslâm’ın galebesi istikâmetinde, şahsî ve dünyevî işler için katlanılan fedâkarlıklarla kıyaslanamayacak derecede büyük bir himmet sâhibi olmak zarûrîdir. Bu şanlı îmân hizmetinden bir hisse alabilmekten daha şerefli ne olabilir? Ancak tâkat nispetinde bir gayret sergilemeden, sırf ümid ve inancın ilâhî yardımları celbedeceğini beklemek de İslâm’ın rûhuna zıt bir keyfiyettir.
GÜNÜMÜZDE AYAKTA KALABİLMENİN YOLU
İnsanların selde sürüklenen kütükler misâli zamanın menfî modalarına kapıldığı günümüzde ayakta kalabilmemiz; küfür, ilhad ve tâviz selinden üzerimize bir katre dahî sıçramayacak sûrette korunabilmemiz için, yakınlarımıza, âile efrâdımıza, muhîtimize Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmeye, onun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz. Kur’ân-ı Kerîm’e olan ihtiyâcımızı aslâ unutmamalıyız. Kur’ân ile dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız; onun emir ve nehiyleri ile istikâmetlenmemize ve ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksine hareket büyük bir hüsrandır. Ebedî istikbâli, fânî lezzetler mukâbilinde hebâ etmektir.
KUR'ÂN'DAN UZAK BİR HAYAT YAŞAYANLAR
Kur’ân nûrundan uzak yaşayanlar, hayatın zulmet yolcularıdır. Bilhassa tahsîl çağındaki çocuklarımızın Kur’ân-ı Kerîm ve dînî bilgilere, îmân ve ahlâk terbiyesine şiddetle ihtiyaçları vardır. Dînî terbiyeyi yalnız âilelerin verebileceği kanaati doğru değildir. Nasıl fennî tahsîl âileden değil mektepten alınıyorsa, dînî tahsîlin de ehlinden alınması zarûrîdir. Bununla beraber, kendi çocuklarımız için dînî gayrette bulunurken, civârımızdaki gençleri ihmâl etmek de İslâm’ın emrettiği diğergâmlığa uygun düşmez.
Kâinâtın en mükerrem varlığı olan insanların, nesillerini mânevî duygu ve Kur’ân nûrundan bîgâne yetiştirmeleri çok acı bir hüsran sebebidir. Ana ve babanın esas vazifesi, onları lüzûmundan fazla ten gıdaları ile ifrâta varacak şekilde beslemek değil; daha ziyâde rûhî gıda ve neşvelerle istikbâle hazırlamaktır.
KUR'ÂN-I KERİM HOCALARI TALEBELERİNE İHTİMAM GÖSTERMELİ
İnsanların ekseriyetle maddeye râm oldukları zamânımızda, bilhassa Kur’ân-ı Kerîm hocalarının talebelerine daha çok ihtimâm göstermeleri zarûrîdir. Talebenin gönlü, hocasının muhabbeti ile dolmalıdır. “Elif-bâ”ya başlamadan önce, ondan “Elif”in hakîkatini öğrenmelidir. Minicik yüreğine, Allâh ve Rasûlullâh sevgisinden pırıltılar aktarılarak feyz ile yoğrulmalıdır. İslâm’ın nezâket, zarâfet ve tüm güzellikleri mâsum kalblerde mâkes bulmalıdır.
Allâh kelâmının tâlimine, ilâhî hitâba muhâtab olabilmenin heyecânı ile başlanmalıdır. Böylece minik ve mâsum yürekler, Kur’ân “Elif-bâ”sının diğer alfabelerden farkını anlayıp, hayat boyu ona ihtirâm üzere olurlar. Kalben de bu Aziz Kitâb’ın mânâsıyla yoğrularak ilâhî esrârın nûrânî bir hazînesi hâline gelirler.[1]
KUR'ÂN MUHABBETİ İLE DOLU BİR EVLÂT
Mâsum gönüller, Allâh -celle celâlühû-, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve Kur’ân-ı Kerîm’in muhabbet ve rûhaniyeti ile dolduğu zaman, ibâdetler de şevk ve huşû içinde kemâle doğru mesâfe alır. Kalblerindeki îmânları kuvvetlendiği için gönül dünyaları zenginleşir. Kur’ân-ı Kerîm’i bambaşka bir lezzet ile tilâvet ederler. Emir ve yasaklarına karşı dikkatli olurlar. Kur’ân ve Rasûlullâh ahlâkı ile ahlâklanırlar.
Böyle bir evlâda sâhip olmak, her ana-baba için büyük bir ebediyet kazancıdır. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hadîs-i şerîflerinde bu kazancı şöyle ifâde buyurur:
ÇOCUĞUNUN DUÂSINI ALAN BABANIN HÂLİ
“Allâh Teâlâ cennetteki sâlih kulunun derecesini yükseltir de, hayrete düşen kul:
«−Yâ Rabbî! Bu terfî bana hangi sebeple verildi?» der.
Allâh Teâlâ da:
«−Çocuğunun sana yaptığı istiğfar ve duâ sebebiyle.» buyurur.” (Ahmed bin Hanbel, II, 509; İbn-i Mâce, Edeb, 1)
SEVABI KESİLMEYEN ÜÇ AMEL
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulur:
“İnsan ölünce, üç şey müstesnâ bütün amellerinin sevâbı kesilir. Bunlar, sadaka-i câriye, kendisinden istifâde edilen bir ilim, arkasından duâ eden sâlih evlâd.” (Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Hülâsa Kur’ân-ı Kerîm hizmeti, büyük bir îtinâ ve hassâsiyet isteyen gönül işidir ve Allâh’ın kuluna yüce bir lutfudur.
Dipnot: [1] Ecdâdımız, Allâh kelâmına duydukları derin hürmet ve tâzimden dolayı, hâfız olan yavrularını, çocukların birbirlerinin sırtından atlayarak oynadıkları “birdirbir” gibi oyunlardan men etmişler, böylece onların Kur’ân’ın izzet ve haysiyetini gönülden hissederek yetişmelerini sağlamışlardır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları