Ahireti Unutan İnsan
Kapitalist, liberalist ve menfaatperest bir anlayış cihâna hâkim durumda. Âdeta “âhiretsiz bir dünya” hayaliyle zulmediyor, insanlığı da bu ham hayale inandırmaya gayret ediyorlar. Peki dünyada ahireti unutan insanın akıbeti ne olacak?
Ramazân-ı Şerîf, ömür takvimi üzerinde derin bir tefekkür vesîlesidir. Hastalıkların ve hattâ vefat haberlerinin gündemimizde sıkça yer aldığı bir zamandan geçiyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nefsânî taşkınlıkların ve gafletin bertarafı için “ölümü sık sık tefekkür etmeyi” tavsiye buyurmuşlardır.[4] Bu tefekkürle gönüllerimizi ihyâ edebilirsek, bu da büyük bir mânevî kazanç olur -inşâallah-.
AHİRETİ UNUTAN İNSAN
Maalesef günümüzde; “bırakınız yapsın, bırakınız geçsin, altta kalanın canı çıksın” diyen kapitalist, liberalist ve menfaatperest bir anlayış cihâna hâkim durumda. Bu sistem, hiçbir mânevî mes’ûliyet hissi taşımadan, vicdânî ve ahlâkî bir kaygı gütmeden, Dünya’nın kaynaklarını acımasızca sömürüyor. Havayı, suyu, toprağı kirletiyor, nebâtat ve hayvanâta zarar veriyor. Hattâ maddî-mânevî değerlerini sömürmek sûretiyle insana kıyıyor. Âdeta “âhiretsiz bir dünya” hayaliyle zulmediyor, insanlığı da bu ham hayale inandırmaya gayret ediyor.
İnsan, âhireti unuttuğu zaman dünyanın ve nefsinin esiri oluyor. Toplumlar, felâketini saâdet zannedecek kadar derin bir gaflet şaşkınlığına sürükleniyor.
İşte uhrevî manzarasıyla Ramazân-ı Şerîf, sanki gaflet bataklığına saplanan dünyaya, yeniden silkelenip özüne dönmek ve temizlenmek için bir can simidi lûtfediyor. Oruç başta olmak üzere Ramazân-ı Şerîf’in bütün irfan dersleri; insanın tefekkür melekelerini açıyor, kalbini inceltiyor, vicdânını canlandırıyor.
Rabbimiz’e tekrar hamdolsun ki bu senenin Ramazân-ı Şerîfʼine mülâkî olabildik. Lâkin gelecek senenin Ramazanʼına da erebilecek miyiz, meçhul… Zira geçen Ramazan’da aramızda olup da bu Ramazan’da olmayan nice kardeşimiz var. Bu hakîkatin verdiği ibret dolu mesajı ciddiye alalım. Ömrümüzün kalan kısmını, geçen kısmından daha hayırlı kılabilmek için, elimizden gelen hiçbir hayrı ertelemeyelim. Zira ecel senedinin vâdesi meçhul. Ve ömür nîmeti bir defaya mahsus; ne tekrarı var, ne de telâfisi…
Hepimiz, bu fânî cihan mektebinin talebeleriyiz. Tahsilimiz, son nefesimizle sona erecek, îman ve amellerimizle toprağa gömüleceğiz. Kıyametten sonra ise asıl ve ebedî hayat başlayacak. Dünya mektebinin karnesi orada elimize verilecek: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kâfîdir.” (el-İsrâ, 14) buyrulacak.
Dolayısıyla ecel gelip çatmadan, tevbe edip sâlih ameller işlemekte acele etmeliyiz.
Tâbiînden Âmir bin Abdikays g, ölümü yaklaşınca ağlamaya başladı. Kendisine:
“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordular.
O da şöyle cevap verdi:
“–Ne ölüm korkusuyla ne de dünyaya duyduğum hırs sebebiyle ağlıyorum. Lâkin; sıcak günlerde oruç tutmaktan ve geceleri ibadet için kalkmaktan (teheccüdden) mahrum kalacağım diye ağlıyorum.” (Zehebî, Siyer, IV, 19)
Bu sebeple zâhiren ne kadar uzun görünse de, ebedî hayat yanında bir aylık Ramazan’dan da kısa bir müddet olan fânî ömrümüzü, ilâhî af berâtını alabilecek keyfiyette sâlih amellerle değerlendirmeye gayret edelim.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Mayıs, Sayı: 411
YORUMLAR