Ahiretimiz İçin Ne Yapmalıyız?
İnsanoğlu dünyada her şeyin fâni olduğunu, kendisinin de fâni bir varlık olduğunu hiçbir zaman unutmamalı. Asıl hayatın, ebedi yurdun, ahiret yurdu olduğunu aklından hiç çıkarmamalıdır.
Sevgili Peygamberimiz ve ashâbı, onların vârisleri olan Allah dostları hep ahiret hedefli yaşayarak insanlığa rehberlik yapmış ve güzel örnek olmuşlardır.
Kâmil müminler de bu çizgide, bu şuurda hayat sürerek çevrelerine ışık tutmuşlardır.
Ömürlerini, ahirette hesaba çekilme ve Allah’a arz olunma düşüncesiyle geçirmeye çalışmışlardır.
Gönüllerinde devamlı son nefes endişesini taşımışlardır.
Her işde takva üzere yaşayarak hem dünya hem de âhiretlerini mamur etmişlerdir.
Yüce Rabbimizin şu ferman-ı ilâhisini kendilerine düstur edinmişlerdir.
“ Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.
Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.” (Rahman suresi: 26-27)
“Gerçekten senin için âhıret dünyadan daha hayırlıdır.” (Duhâ suresi: 4)
AHİRETİ NEDEN İSTEMİYORUZ?
“Ruhulbeyan” tefsirinde geçen şu menkıbe, Allah dostlarının bu titizliğini ne güzel anlatmaktadır.
Hikâye edilir ki, Emevilerin Mervan soyundan gelen halifelerinden Süleyman b. Abdülmelik adalet ve takvasıyla tanınırdı.
Onun hürmet edip, zaman zaman ziyaret ettiği Allah dostlarından Ebû Hâzim vardı.
Onu bir ziyaretinde halife Abdülmelik ona şöyle bir soru yöneltmiş:
“-Bize ne oluyor da âhireti istemiyoruz?”
Ebû Hâzim de kısa ve veciz bir şekilde şöyle cevab vermiştir:
“-Çünkü siz dünyanızı mâmur ve âhiretinizi harab ettiniz. Elbette mâmur olandan harab olana intikal etmeyi istemezsiniz.”
Halîfe bu hikmetli cevabı alınca:
“-Doğru söyledin, ey Ebû Hâzim!...” diyerek tasdik etmiş ve peşinden şöyle bir istekte bulunmuştur:
“-Keşke, yarın Allah katındaki hâlimin ne olacağını bilseydim!” demiştir.
Ebû Hâzim rahimehullah halifeye dönerek:
“-İstersen bunu Allah’ın kitabından öğrenebilirsin” demiş.
Halîfe de:
“-Bunu nerede bulabilirim?” diye sormuş.
Ebû Hâzim rahimehullah şu ayet-i celileleri okuyarak cevab vermiştir.
Meâlen:
“İyiler nimet içindedirler, kötüler de yakıcı ateş içinde.” (el-İnfitâr, 82/13-14)
Halîfe tekrar Ebû Hâzim’e:
“Peki, Allah’a arz olunma nasıl olacak?” diye sormuş.
Ebû Hâzim rahimehullah da şu hikmetli cevabı vermiştir:
“-İyiler, sanki uzakta olup âilesinin yanına neşe içinde varan kimse gibi, kötüler ise kaçıp da büyük bir tahassürle sahiplerine arz edilen köle gibi olacaklar.”
Süleyman b. Abdülmelik bu cevab karşısında kendini tutamayıp ağlamağa başlamıştır.
İnsanoğlu sonlu bir varlıktır.
Bütün vaktini sonu gelecek bir dünyaya harcamamalıdır.
İnsanın dünyaya dalıp kaybolması, Rabbisinden uzak kalması ne büyük bir gaflet ve ne korkunç bir felakettir.
Kemalat bunun farkında olabilmektir.
Kâmil müminler dünyayı değil, ahireti mamur etmek için uğraşmışlardır.
Onlar için en büyük servet, en kârlı ticaret dünyada iken öncelikle ahirete bir şeyler gönderebilmektir.
İnsana o gün lazım olacak salih amelleri çoğaltabilmektir.
Bu sebebten onlar, mayınlı bir tarlada yürür gibi son derece titiz, dikkatli ve takva üzre bir hayat geçirmeğe gayret etmişlerdir.
Bir ömür boyu lüzumsuz bir söz sarfetmemeye, kimsenin gönlünü kırmamaya ve bütün mahlukata şefkat ve merhametle davranmaya çalışmışlardır.
Kaçıp da yakalanan ve sahibine teslim edilen kölenin durumuna düşmemek için kendi iç dünyalarında devamlı surette nefisleriyle mücâdele ve mücâhede etmişlerdir.
Kıyamet gününün dehşetinden hep kalbleri ürpererek yaşamışlardır.
Mahşerde hesab verme korkusundan dolayı dünyada ölü gibi hareket etmişlerdir.
AHİRETİMİZ İÇİN NE YAPMALIYIZ?
“Ölmeden önce ölünüz” ölçüsünde hayat sürerek kalblerinde kıyamet gününün dehşetini her an yaşatmaya çalışmışlardır.
“Ruhulbeyan” tefsirinde o günün dehşetini anlatan bir hadis-i şerifi Hazreti Âişe (r.anhâ) rivâyet etmiştir. Şöyleki:
Hz. Âişe radıyallahu anha annemiz bir gün Sevgili Peygamberimize:
“-Yâ Rasûlallah! İnsanlar kıyâmet günü nasıl haşr olunacak?” diye sormuş.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz de:
“-Çırılçıplak ve yalın ayak” buyurmuş.
Hz. Âişe (r.anha):
“-Kadınlar da mı öyle olacak?” demiş.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimiz:
“-Evet” buyurmuş.
Bunun üzerine Hz. Âişe (r.anha) annemiz:
“-Ey Allah’ın Rasûlü, biz utanırız” demiş.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimiz annemize tebessüm ederek:
“Ey Âişe, o günkü işin şiddetinden insanlar birbirine bakmaya fırsat bulamazlar” buyurmuş.
(Buhârî, Rikak, 45; Müslim, Cennet, 56)
Allah dostları o günün dehşetinden dolayı hep hüzünlü yaşamışlar.
Havf ve reca çizgisinden asla ayrılmamışlar.
Hesaba çekilme endişesi onların mahzun bir hayat geçirmelerine sebeb teşkil etmiştir.
Rabbimiz cümlemizi kıyamet gününün dehşetinden, sıkıntılarından muhafaza buyursun. Hem dünya hem de âhıretini mamur eden kullarından eylesin. Âmin.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 2010 - Ağustos, Sayı: 294, Sayfa: 058
YORUMLAR