Ahirette İlk Nelerden Hesap Sorulacak?

Amelsiz ilim, meyvesiz bir ağaç gibidir. Amel, kurtuluşa ermek için yapıldığı gibi ilim de onunla amel etmek için öğrenilir

İlmiyle amil olmakla ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

Üsâme bin Zeyd (r.a.) der ki: Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Kıyamet günü bir adam getirilir ve Cehenneme atılır. Bağırsakları dışarı çıkar ve bu hâlde değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun başına toplanır ve:

«–Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?» diye sorarlar. O da:

«–Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım» der.” (Müslim, Zühd, 51. Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 10; Ahmed, V, 205-209)

***

Ebû Berze el-Eslemî’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir kul, kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bir adım dahî atamaz.” (Tirmizî, Kıyamet, 1/2417)

Hadislerin Açıklaması

İlim bizâtihî fazilet olmayıp, insanı ulvî derecelere yükselten bir vâsıtadır. Asıl fazilet ilimle amel etmektir. İlim bir ağaç, amel de onun meyvesidir. Amelsiz ilim, meyvesiz bir ağaç gibidir. Amel, kurtuluşa ermek için yapıldığı gibi ilim de onunla amel etmek için öğrenilir.[1]

İbn-i Mesʻûd’un (r.a) şu ikazı ne kadar korkutucudur:

“Bilmeyen kimseye yazıklar olsun! Allah dileseydi ona öğretirdi. Bilip de amel etmeyen kimseye ise yedi kere yazıklar olsun!” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 131)

Konuyla ilgili âlimlerimizin pek çok hikmetli sözleri vardır. Bunlardan birinde Zührî (r.a) şöyle der:

“İnsanlar, amel etmeyen âlimin sözünden ve bilmeyen kimsenin amelinden râzı olmazlar.” (Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 25)

Sehl bin Abdullah (r.a):

“İlim, dünya lezzetlerinden biridir. Onunla amel edildiğinde, âhiret için olur” demiştir. (Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 29)

Ebû Kılâbe (r.a) de şu mühim ve güzel ikazda bulunmuştur:

“Eğer Allah Teâlâ sana yeni bir ilim lutfederse, sen de hemen O’na yeni bir kullukta bulun! Tek derdin o bilgiyi hemen insanlara anlatmak olmasın!” (Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 34)

Atâ (r.a) şöyle anlatır:

Bir genç vardı, Mü’minlerin Annesi Hz. Ayşe’nin (r.a.) yanına gelip gider, ona sorular sorar, o da kendisine bunları anlatırdı. Bir gün yine gelip soru sordu. Ayşe (r.a):

“–Yavrucuğum, geçen gün benden bazı şeyler öğrenmiştin, o günden sonra hiç onlarla amel ettin mi?” diye sordu. Genç:

“–Hayır vallahi anneciğim!” dedi. Bunun üzerine Ayşe (r.a):

“–Yavrucuğum, o hâlde neden Allah’ın senin ve bizim aleyhimize olacak delillerini çoğaltıyorsun?” dedi. (Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 60)

Gereği yapılmayan bir ilim, sahibinin aleyhine delil olmaktan başka bir işe yaramaz. Nitekim Allah Resûlü, ilmiyle amel etmeyen âlimi, câhille aynı seviyede tutmuştur. (Tirmizi, İlim, 5/2653)

KENDİNİ UNUTAN ALİM

Birinci hadisimizde, ilmiyle insanlara faydalı olup da kendisini unutan kişilerin içine düştüğü hüsrân ve azap hâli gözler önüne serilmektedir. Sahip oldukları onca ilim, amel etmedikleri için kendilerine fayda vermemiştir.

Allah Resûlü, ilminden fayda göremeyenlerin içine düştüğü acınacak hâli şöyle tasvîr eder:

“Başkalarına hayrı öğretirken kendini unutan âlim, insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen kandile benzer.” (Heysemî, I, 184)

Hâlbuki insan, herkesten evvel kendini düşünmeli ve bilgisi evvela kendine fayda vermelidir. Bunun için de, bilginin kalbî âleme intikâl etmesi ve davranışlarda tezahür etmesi zarûrîdir.

“İLMİNİZLE AMEL EDİNİZ!”

Hz. Ali’nin (r.a.) şu îkazı ne kadar ibretlidir:

“Ey ilim sahipleri, ilminizle amel ediniz! Çünkü asıl âlim, bildiğiyle amel eden ve ilmi ameline uygun düşendir. Bazı insanlar gelecek, ilim öğrenecekler ancak ilimleri gırtlaklarından aşağı geçmeyecek, yaptıkları bildiklerine, içleri de dışlarına uymayacaktır. Onlar, halkalar hâlinde oturup birbirlerine karşı ilimleriyle övünecek ve üstünlük taslayacaklardır. Hatta biri arkadaşına, kendisini bırakıp başkasının yanına oturduğu için kızacaktır. İşte onların bu meclislerindeki amelleri, Allah’a yükselmez.” (Dârimî, Mukaddime, 34)

İşte bu insanlar, pek çok zahmet ve meşakkatlere katlanarak bilgi topladıkları hâlde, kendileri ondan istifâde edememişlerdir. Hakikatte bunlara âlim demek de doğru değildir. Onlar, pek çok şeyi bilen câhillerdir.

EN CAHİL İNSAN

Nitekim Süfyân bin Uyeyne Hazretleri:

“İnsanların en câhili, bildiği şeyi tatbik etmeyendir, insanların en âlimi, bildiğiyle amel edendir, insanların en efdali de Allah’a karşı en fazla huşû duyan kimsedir” buyurur. (Dârimî, Mukaddime, 32)

Şüphesiz, bildikleri hâlde yapmayan insanlar, daha yanlış yoldadır ve yüklendikleri vebâl de daha büyüktür.

İstifâde edilmeyen ilim, Allah yolunda infak edilmeyen bir hazîne gibidir.[2] Nasıl infak edilmeyen hazîne, sahibine fayda sağlamıyorsa, amel edilmeyen ilim de insanı dünya ve âhirette saadete erdirmez. Gâfil insan ikisini de bir müddet sakladıktan sonra ölümle hepsini kaybeder ve kullanmadığı bu nimetlerin hesabıyla baş başa kalır.

Kişi Allah’tan korkmalı ve bildikleriyle amel etmelidir. Allah’ın bütün yasaklarından kaçınmalı ve emirlerini de gücü nisbetinde yerine getirmelidir. İşte bu şekildeki bir davranış, “takvâ”nın esâsını teşkîl etmektedir.

İLİMDEN MAKSAT

İlimden maksat, takvâya ulaşmaktır. Çünkü ilim sahibi kimse neleri yapması ve nelerden sakınması gerektiğini ve bunların nasıl tatbik edileceğini daha iyi bilir.

Diğer taraftan kişi bildikleriyle amel ederek takvâ üzere bir hayat yaşarsa, Allah Teâlâ ona bilmediklerini de öğretir. Çünkü bilinen bir şeyin tatbik edilmesi, onun zihne iyice yerleşmesini sağlayarak kişiyi bildiklerini unutma korkusundan kurtarır ve yeni bilgilerin doğmasına zemin hazırlar. Böyle hareket etmek Allah’ı hoşnut ettiğinden, büyük bir bereket hâsıl olur ve kişinin ilmi artmaya devam eder. Nitekim ashâb-ı kirâm, öğrendikleri bir şeyi hemen tatbik etmeye koyulurlardı. Ebû Abdurrahman es-Sülemî şöyle anlatır:

Allah Resûlü’nün ashâbından bizlere Kurân-ı Kerim öğreten biri vardı. Şöyle derdi:

“Biz, Peygamber Efendimiz’den on âyet alır, bunlardaki bilgileri ve amelleri öğrenmeden diğer on âyete geçmezdik. Resûlullah bize hem ilim hem de ameli (birlikte) öğretirdi.” (Ahmed, V, 410; Heysemî, I, 165)

Allah Resûlü, ilmi, amel etmek ve onu yaşayacak insanlara ulaştırmak şartıyla öğretirdi. Bunun bir misâlini Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlatır:

Bir gün Resûlullah ashâbına:

“–Şu kelimeleri kim benden alıp onlarla amel edecek veya onlarla amel edecek kişilere öğretecek?” buyurdu.

Ben hemen atılıp:

“–Ben, ey Allah’ın Resûlü!” dedim.

Resûlullah elimden tuttu ve şu beş şeyi saydı:

“Haramlardan sakınırsan, Allah’ın en âbid kulu olursun. Allah’ın sana olan taksîmâtına rızâ gösterirsen, insanların en zengini olursun. Komşuna ihsanda bulun (güzel muâmele et) ki, (kâmil bir) mü’min olasın. Kendin için istediğini başkaları için de iste ki, (kâmil bir) Müslüman olasın. Fazla gülme! Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd, 2/2305; İbn-i Mâce, Zühd, 24)

KIYAMETTE İLK NELERDEN HESAP SORULACAK?

İkinci hadisimiz, insanların kıyamet günü ilk önce hesâba çekileceği en mühim hususları saymaktadır. Bunlar; ömür, ilim, mâl ve sıhhattir. Cenâb-ı Hak, her biri için kâideler koymuş ve bazı taleplerde bulunmuştur. Ömrü, İslâm’ın belirlediği şekilde yaşayarak faydalı işlere sarfetmelidir. İlmi, sadece gurur vesîlesi edinmeyip, onu hayata tatbik etmeli ve diğer insanlara da öğretmelidir. Malı, helâlinden kazanıp âilenin ihtiyacına ve hayır yollarına harcamalıdır. Sıhhatin ilâhî bir emânet olduğunu bilmeli ve onu Allah’ın rızâsı istikâmetinde kullanmalıdır.

Aslında, lûtfedilen bütün nimetlerle yapılan her türlü işin hesabı verilecektir. Hadisimizde sayılanlar ise, insanın ilk hesâba çekileceği nimetlerdir. İşte bunlardan biri de, insanların öğrendikleriyle amel edip etmedikleri hususudur. İnsanlar, bunun hesâbını vermeden Cennete giremezler. Dolayısıyla, dünyadayken, sahip olunan ilimle amel etmek, hem Allah’ın rızâsını, hem de kulların takdirini kazandıran en akıllıca yoldur.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, Beyrut 1404/1984, s. 14-15, 37. [2] Ahmed, II, 499; Heysemî, I, 184. Krş. Hatîb el-Bağdâdî, İktizâü’l-ilmi’l-amele, s. 24.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MAHŞERDE SORULACAK SORULAR

Mahşerde Sorulacak Sorular

AHİRETTE SORULACAK SORULAR NELERDİR?

Ahirette Sorulacak Sorular Nelerdir?

HESAP GÜNÜ NASIL OLACAK?

Hesap Günü Nasıl Olacak?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.