Âhirette ve Cennette Peygamberimizle Beraber Olmak İsteyenler Ne Yapmalıdır?
Âhirette ve cennette Peygamberimizle (s.a.v) beraber olmak isteyenlerin dikkat etmesi gereken beş şey…
“Kişi, (âhirette) sevdiğiyle beraberdir.” sözünü; “Bu beraberlik için sadece sevgi yeter!” şeklinde anlamamak gerekir. Yukarıdaki;
“Secdelerle bana yardım et!” emriyle beraber düşünmelidir. Yani;
Âhirette ve cennette Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber olmak isteyen;
- Secdelerde O’nunla beraber olmalıdır.
- İhlâs ve takvâda O’nunla beraber olmalıdır.
- Merhamet ve cömertlikte, infak ve îsarda O’nunla beraber olmalıdır.
- Allah yolunda hizmette, tebliğde, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerde Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in heyecan ve gayretinden nasîb almalıdır.
- O’nun güzel ahlâkından nasîb almalıdır.
Eğer bu gayret ve fedâkârlıklar olmazsa, sevgi iddiası kuru ve boş bir dâvâ olarak kalır. Çünkü gerçekten seven; sevdiğine benzemeye çalışır, imtisâl eder, hayatı O’nun Sünnet-i Seniyye ölçüsüyle yaşar.
Zira Cenâb-ı Hak buyurmuştur:
“Andolsun ki, Rasûlullah; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece bize değil, herkese rahmettir. Kâinâtın Fahr-i Ebedîsidir. Âlemlere rahmettir:
“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yolu, sünneti ve güzel ahlâkı; karanlıkları aydınlatır, gönülleri ve hayatları pür nûr eder:
“(Sen’i ey Habîbim) Allâh’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik).” (el-Ahzâb, 46)
O’nun ahlâkı, Cenâb-ı Hakk’ın tavsif ve tarifiyle muhteşemdir:
“(Ey Rasûlüm) Şüphesiz ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin…” (el-Kalem, 4)
GÜZEL BİR KULLUĞUN ÖZÜ MUHABBETTİR
Kalpte öyle bir muhabbet olacak ki; kişinin hayata bakışını, bütün davranışlarını, amellerini, muâmelâtını ve ahlâkını tesiri altına alacak ve Mahbûb’un yani Allah ve Rasûlü’nün istediği vasıflara döndürecek.
Sakarya’nın Karadeniz’e döküldüğü anda, kendi vasfından geçip, Karadeniz’den ayırt edilemez bir hâl alması gibi, kişi sevdiğiyle aynîleşecek… Mâsivâdan, başka renk ve sıfatlardan sıyrılacak, Hak rengine boyanacak.
Cenâb-ı Hak bizim «mârifetullah»tan nasîb almamızı istemektedir. Zihnî bilgilerle bu mümkün değildir. Bilgiler sadece kuru bir zihin arşivi gibi olmamalıdır. Çünkü zihnî bilgiler, tek başına faydalı değildir. Hattâ zarar bile getirebilir. Meselâ, Allâh’ın âyetlerini ثَمَنًا قَل۪يلًا / az bir bedel karşılığında satan Benî İsrâil âlimleri işte böyle kuru bilgi sahibi idiler.
Bilgilerin kalbî bir mâhiyet kazanması, yani takvâ üzere yaşanması gerekir. Tâ ki, «Hakk’ın, o kişinin gören gözü, tutan eli olması» mesâbesinde bir kıvam kazanılabilsin. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)
Hazret-i Mevlânâ, sırf zihnî bilgilere sahip olduğu devreye «hamdım» der. O bilgileri kalbî bir mâhiyete büründürerek bağrını muhabbet ateşiyle tutuşturduğu devresine de «piştim» der. Bunun hemen akabinde sır ve hikmetlerle yoğrularak fânîlikten sıyrıldığı devresine de «yandım» der. Bu da, onun hiçlik hâlinde nasîb olan ve satırlarda bulunmayan nice sırlara ulaşmasının bir ifadesidir.
Bu gerçek;
Kuru bilgilerle ve zihinle bulunamayan ve erişilemeyen hakikatlere ancak olgun bir kalp ile ulaşılabileceğinin bir beyânıdır.
Bu gerçeğin malzemesi ise, lekesiz bir muhabbettir ve neticesi de âdâbdır, yani ille edep, ille edep…
Hâsılı; kişide şu âyet-i kerîme tecellî edecek:
“(Habîbim!) De ki:
«–Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.»” (Âl-i İmrân, 31)
Rasûlullah Efendimiz de bu vefâlı muhabbeti şöyle tarif eder:
“Allah Teâlâ’yı, sizi nimetleriyle perverde kıldığı için sevin.
- Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin.
- Ehl-i beytimi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)
Rasûlullah Efendimiz’in ahlâkı, Kur’ân idi. Kur’ân nasıl sonsuz bir mânâ ve hakikat okyanusu ise, Efendimiz’in de ahlâkı öyle muazzam bir deryâdır. O’nu ciltlerle kitap, satırlara dökemez. O ancak gönül kıvâmı nisbetinde, sadırlarda tanınır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Ekim, Sayı: 188
YORUMLAR