Ahiretteki Hâlimiz Ne Olacak?

İMAN

Âhiretteki hâlimizin ne olacağına dâir ilk ve net işâret nedir? Son nefeste iman örnekleri...

Âhiretteki hâlimizin ne olacağına dâir ilk ve net işâret, son nefesteki hâlimizde ortaya çıkmaktadır.

AHİRETTEKİ HALİMİZ NE OLACAK?

Son nefesinde ebedî kurtuluşa erme mücâdelesi veren îmân kahramanları ve nâil oldukları mükâfâtlar, hidâyet rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere birer ibret levhası hâlinde sergilenmektedir:

Nitekim Firavun’un sihirbazları, Hazret-i Mûsâ’nın gösterdiği açık bir mûcize karşısında:

“–Âlemlerin Rabb’ine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabb’ine îmân ettik!” diyerek derhâl secdeye kapanmış, îmân nîmetiyle şereflenmişlerdi.

Lâkin ahmak Firavun, öfkelenmiş ve sâhip olduğu saltanat ve gücüyle sanki vicdanlara da hükmedebilirmiş gibi onları tehdîd etmişti:

“–Ben size izin vermeden ona îmân ettiniz ha! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!” demişti.

Sihirbazlar ise büyük bir îmân vecdi içinde:

“–Senin zulmün bize bir zarar veremez! Senin zarârın dünyâya âiddir. Âhiret saâdeti ise, ebedîdir!” diyerek îmân celâdetiyle tavır koymuşlardı.

Ne ibretlidir ki bu çetin zulüm karşısında bile onlar, zulümden kurtulabilme derdine değil, son nefeste bir îmân zaafı göstermeksizin Müslüman olarak can verebilmenin endişesine düşerek Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ettiler:

“…Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve Müslüman olarak canımızı al!” (A’raf, 126)

Nihâyet nâil oldukları hidâyetin bedelini, kol ve bacaklarının çapraz kesilmesi şeklinde ödeyerek şehîd ve velî olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk’a kavuştular.

Zâlimler, Ashâb-ı Uhdûd’u, Allâh’a îmân etmelerini suç sayarak, içi ateş dolu hendeklere atıyorlardı. O sâdık mü’minler ise, bu zulme rağmen inançlarından vazgeçmediler ve dâvâları uğruna korkusuzca ölüme giderek îmânlarının bedelini Hak Teâlâ’ya vecd ile ödediler. Zîrâ Allah’tan hakkıyla korkanlar, başka hiçbir şey karşısında korku duymazlar.

Ashâb-ı Karye’den Habîb-i Neccâr, îmânı ve irşâdı dolayısıyla taşlanarak katledilmişti. Fakat bu dünyâya âit pancurların kapandığı son nefesinde, gideceği âleme âit pencereler açılıp nâil olacağı ilâhî lutuflar kendisine gösterilince o, kavminin gafletine acıyarak: “…Keşke kavmim bunu bilseydi!” (Yâsîn, 26) dedi. Zîrâ kendisine, fânî âlemdeki taşlanmasının karşılığında sonsuz bir saâdet bahşedilmişti.

Yine Îsevîliğin ilk yayıldığı dönemlerde Romalılar, Yunanlılar ve putperestlerle birleşip o günkü ehl-i îmânı arenalarda arslanlara parçalatıyorlardı. O mü’minlerse, arslanların dişleri arasında hayatta kalma değil, bilâkis îmânlarını kurtarma mücâdelesi veriyorlardı. Onlar bu ağır zulme sabredip Allah indindeki yüce mükâfâtı tercîh etmişlerdi…

Hiç şüphesiz bu güzel hâller, bir ömür Allah ile beraber olma şuurunda yaşayabilmenin lutufkâr neticesidir. Bu bakımdan Allah ile beraber olabilmek, kulluğun en yüce bir zirvesi ve zarûretidir.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları