Ahkaf Suresi 11. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Ahkaf Suresi 11. ayeti ne anlatıyor? Ahkaf Suresi 11. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Ahkaf Suresi 11. Ayetinin Arapçası:

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ

Ahkaf Suresi 11. Ayetinin Meali (Anlamı):

Küfre saplananlar, bir de mü’minler hakkında şöyle diyorlar: “Eğer Kur’an iyi ve faydalı bir şey olsaydı, şu ayak takımı kimseler ona inanmakta bizi geçemezlerdi.” Böyle söyleyenler, Kur’an’la doğru yolu bulamadıkları için, artık: “Zâten bu, eski, modası geçmiş bir yalan!” diyeceklerdir.

Ahkaf Suresi 11. Ayetinin Tefsiri:

Âyetlerde işaret edilen delilleri şöyle izah etmek mümkündür:

Birincisi; madem insanların en doğru sözlüsü olan Peygamber, Allah’tan böyle bir kitap getirdiğini söylüyor, ona da bir kısım insanlar inandığına göre, bunu hemen reddetme yerine bunda bir doğruluk payının olduğunu düşünmek daha akıllıca bir davranıştır.

İkincisi; komşuları olan ve ticâri münasebetler vesilesiyle devamlı görüştükleri İsrâiloğulları, peygamberin ve kitabın ne olduğunu gayet iyi bilmektedirler. Ellerinde Tevrat bulunmaktadır. Bunlar içinde, Tevrat’tan öğrendiği bilgilerden hareketle Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gerçek peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm’in de hak kitap olduğunu anlayan ve bunlara iman eden kimseler vardır. Müşriklere şöyle denmektedir: “Ta uzaktaki insanlar bu nimetin değerini fark edip inandıkları halde, başınıza bir devlet kuşu gibi konan bu ilâhî nimeti elinizin tersiyle itmeniz; nefsânî kibir, gurur ve enâniyetinizin esiri olup ondan yüz çevirmeniz hiç doğru bir davranış mıdır? Bu, düpedüz bir ahmaklık ve zulüm değil midir? Böyle bir tavır içinde olduğunuz sürece doğru yolu bulmanız mümkün değildir.”

Üçüncüsü, müşriklerin, servet ve saltanatlarına güvendiklerinden Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiği yönünde bir zanları vardı. Onların gözleri dar dünya çıkarlarından başka bir şey görmediğinden, benlikleri akıl ve görüşlerini iyice daralttığından, kendilerini hakikatin tek ölçüsü sanıyorlardı. En çok değer verdikleri şey maddi imkânlar, dünya malı mülkü idi. müslümanlar hakkında ise peşin bir hükme sahiptiler. Onlara göre müslümanlar, akılları fazla çalışmayan, fakir, gariban, ezilmeye mahkum, safdil kimselerdi. Böyle olduğu için, kendilerinin farkına varmadıkları mühim, kıymetli, değerli hiçbir şeyi, mü’minlerin kendilerinden önce bulabileceklerini imkânsız görüyorlardı. Kendilerine ait olmayan hiçbir şey doğru, güzel, önemli, değerli ve faydalı olamayacağı için en parlak hakikatleri bile onlara kabul ettirmek mümkün değildi. Halbuki bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Kur’an’a göre insanların Allah katındaki değerleri servet ve saltanata değil, iman, ihsân, takvâ, diğer ahlâkî güzellikler ve iyiliklere bağlıdır.

Dördüncüsü; yine Mekke müşriklerine, sürekli teşrik-i mesâi halinde oldukları yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ı ölçü olarak almaları tavsiye edilir. Nitekim Hz. Mûsâ ve Tevrat ile Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Kur’an arasında çok mühim benzerlikler vardır.  İkisi de insanlığa rehber ve rahmet olarak gelmişlerdir. İkisi de zalimleri uyarmakta, imanla birlikte iyilik ve ihsan sahiplerini müjdelemektedirler. Fark sadece dilde ve şekildedir. Tevrat İbranice, Kur’an ise Arapça indirilmiştir. Fakat muhteva ve hedef benzerliği, bunların aynı kaynaktan geldiğinin ve ilâhî kelam olduklarının önemli bir göstergesidir.

Bütün ilâhî kitapların ve onların nihâî sözcüsü konumundaki Kur’an’ın bize ulaştırdığı gerçek şudur ki:

Ahkaf Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Ahkaf Suresi 11. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...