Ahkaf Suresi 20. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Ahkaf Suresi 20. ayeti ne anlatıyor? Ahkaf Suresi 20. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Ahkaf Suresi 20. Ayetinin Arapçası:

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟

Ahkaf Suresi 20. Ayetinin Meali (Anlamı):

O gün, dünyada iken küfre batmış olanlar ateşe sunulacak ve kendilerine şöyle denecek: “Siz bütün zevklerinizi dünya hayatınızda hoyratça harcayıp tükettiniz ve bunlarla safâ sürdünüz. Âhirete eli boş geldiniz. Bu gün ise, hiç hakkınız olmadığı halde yeryüzünde büyüklük taslamanız ve doğru yoldan çıkmanız sebebiyle alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız!”

Ahkaf Suresi 20. Ayetinin Tefsiri:

Kâfirler, dünyada Allah’ın âyetlerini kabul etme ve fakir müslümanlarla beraber bulunma hususunda gösterdikleri kibirden dolayı âhirette zelil olacaklardır. Nitekim onlar, Peygamberimiz (s.a.s.)’e iman etmeleri halinde yoksul ve fakir müslümanlara katılıp onlarla beraber oturup kalkmayı şerefsizlik olarak görüyorlardı. Diğer taraftan onlar, âhirete inanmayıp hayatın sadece dünya hayatından ibaret olduğunu sandıklarından ötürü, bütün mesailerini dünyada her türlü zevki tadabilme yolunda harcıyor, buldukları imkânlarla daha fazla sefa sürmek için çabalıyor, vakitlerini oyun ve eğlence ile geçiriyorlardı. Âhiret için hiçbir yatırım yapmıyorlardı. Aksine haksız yere büyüklük taslıyor, insanları küçük görüyor ve her türlü günahı işliyorlardı. Günümüz kâfirleri de aynı şekilde davranmaktadırlar. Böyle olduğu içindir ki bunlar eli boş olarak öte âleme geçer; orada da kibirlerini kırıcı, onurlarını yerle bir edici, aşağılayıcı, horlayıcı bir azapla cezalandırılırlar.

Bu âyet-i kerîme açıkça kâfirlerin âhiretteki durumlarını anlatmaktadır. Bununla birlikte, başta Allah Resûlü (s.a.s.) olmak üzere sahâbe-i kirâm ve diğer takvâ sahibi müslümanlar da bu âyetin dehşet verici ikazını dikkate alarak, âhiret nasiplerini azaltmamak için dünya nimetlerini kullanma ve nefsânî arzuları tatmin hususunda zühd yolunu tercih etmişlerdir. Bunun çok güzel misalleri vardır:

Günler geçerdi, Peygamberimiz (s.a.s.)’in evinde yemek pişirmek için ateş yanmazdı; çok defâ aç yatardı. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 217; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 405)

Bu sebepledir ki Mevlânâ Hazretleri:

“–Bugün evde bir şey var mı?” diye sorar. Eğer:

“–Hiç bir şey yok” cevabını alırsa sevinir, şükreder ve:

“–Allah’a hamdolsun bugün evimiz Peygamberimizin evine benziyor” derdi. (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 408)

Birgün Hz. Ömer, Peygamberimiz (s.a.s.)’in hâne-i saadetine gelmişti. Odanın içine şöyle bir göz gezdirdi. Her taraf bomboştu. Evin içinde hurma yapraklarından örülmüş bir hasır vardı. Allah Resûlü onun üzerine yaslanmıştı. Kuru hasır, Efenimiz (s.a.s.)’in mübârek teninde izler bırakmıştı. Bir köşede bir ölçek kadar arpa unu vardı. Onun yanında da çivide asılı eski bir su kırbası duruyordu. İşte hepsi bu kadar!.. Arabistan Yarımadası’nın Fahr-i Kâinat Efendimiz’e boyun eğdiği bir günde O’nun dünyaya âit mal varlığı bunlardan ibâretti. Hz. Ömer bunları görünce, içini çekti. Kendini tutamadı, gözleri dolu dolu oldu ve ağladı. Peygamberimiz (s.a.s.):

“–Niçin ağlıyorsun ey Ömer?” diye sordu. O da:

“–Niçin ağlamayayım yâ Rasûlallah! Kayser ve Kisrâ dünya nimetleri içinde yüzüyor! Resûlullah ise kuru hasır üzerinde yaşıyor!..” dedi.

Allah Resûlü (s.a.s.), Ömer (r.a.)’in gönlünü hoş etti ve:

“–Ağlama ey Ömer! Dünyanın bütün nimet ve zevkleriyle onların, âhiretin de bizim olmasını istemez misin?!.” buyurdu. (bk. Müslim, Talâk 34; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 298)

Yine bu misâle benzeyen bir hâdisenin ardından:

“Dünya benim neme gerek! Benimle dünyanın misâli, bir yaz günü yolculuk yapıp da, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da kalkıp yoluna devam eden kimseye benzemektedir.” buyurmuştu (Tirmizî, Zühd 44/2377; İbn Mâce, Zühd 3)

Resûl-i Ekrem (s.a.s.), kıyâmette dünya nimetlerinden hesâb verme endîşesiyle sık sık:

“Ey Rabbim! Beni fakir bir insan olarak yaşat; bana fakir bir insan olarak ölüm nasîb et; beni fakirlerle dirilt!” şeklinde dua ederdi. (Tirmizî, Zühd 37/2352; İbn Mâce, Zühd 7)

Şu misal de oldukça dikkat çekicidir:

Hz. Ömer, elinde bir et parçası bulunan Câbir (r.a.) ile karşılaştığında:

“–O nedir?” diye sormuş, Câbir de:

“–Canım çektiği için satın aldığım bir et parçasıdır” demişti.

Bunun üzerine Ömer (r.a.) şu îkazda bulundu:

“– Sen, öyle her canının çektiği şeyi satın alır mısın? Yoksa sen, «…Siz bütün zevklerinizi dünya hayatınızda hoyratça harcayıp tükettiniz ve bunlarla safâ sürdünüz…» (Ahkāf 46/20) âyetinde bahsedilen kimselerden olmaktan korkmuyor musun?” (Ahmed b. Hanbel, Zühd, s. 124)

İşte dünya hayatına aldanıp âhireti unutan zâlimlerin feci sonlarını gözler önüne seren çarpıcı bir örnek:

Ahkaf Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Ahkaf Suresi 20. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...