Ahlakı Ne Belirler?
Ahlak ne ifade eder? Toplumsal sorunların temelinde yatan sorunlar nelerdir? Ahlakı ne belirler? Ali Rıza Temel yazdı.
Allah’a iman, hayatla ilgisi olmayan soyut bir kavram ve inanış değildir. Kur’an-ı Kerim’de kırk altı yerde imanla, onun davranışlarla ifade edilen tezahürü olan amel birlikte ifade edilmiştir. Davranışlarda kendini göstermeyen bir imanın ferdî ve toplumsal olarak fazla bir yararı yoktur. Zaten insanın yaratılış gayesi; imandan kaynaklanan yararlı güzel amelleri ortaya koymaktır. İnsan iman ve amelle imtihan olur.
Kelime olarak huy, hal ve hareket tarzı olarak ifade edilen ahlâkî davranışlar iyi ve kötü oluşlarına göre ahlâk-ı hamide ve ahlâk-ı zemime olarak tasnif edilir.
AHLAK NE İFADE EDER?
Ahlâk; insanın iyi veya kötü olarak tanımlanmasını sağlayan mânevî nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar, insanın benliğinde iyice yerleşerek meleke ve karakter halini alan yetenekler bütünüdür, iyi ve kötü huy ve davranışların hepsini ifade eder. Melekeleri iyi istikamette gelişenlere iyi ahlâklı kötü istikamette gelişenlere de kötü ahlâklı denir.
Allah inancı ve ahlâk birbirlerini tamamlayan, insan hayatına anlam kazandıran temel değerlerdir. İnançsız ahlâk dayanaksızdır. Arzu ve heveslere göre şekil alır. Ahlâksız inanç ise bir fantezi mesabesindedir.
Allah’a iman ahlâk kuralları için ulvî bir dayanak oluşturur. Bu iman sayesinde ahlâk süreklilik kazanır. Ahlâk bilincini destekleyen en önemli kaynak inançtır. Allah’a inanan bir insan onun emir ve yasaklarına riayet eder. Günah ve sevap kavramlarına sahip olmayan insanı frenleyecek mânevî bir otorite yoktur. Maddi müeyyideler ahlâklı, dürüst bir toplum inşası için yeterli değildir. İnsan hareketlerinin her zaman ve zeminde fiziki olarak kontrolü mümkün değildir. Bir insanın yalan söylemesi, kötü niyetli olması, rüşvet alması, ara bozmak için laf taşıması, yalan yere yemin etmesi kânunî yaptırımlarla önlenemez. Kanunları uygulayacak olan insanlardır. İyi kanunlar kötü insanlar tarafından her an suistimal edilebilir. Herkesin başına bir bekçi veya polis dikmek mümkün değildir. Neticede polis de insandır.
Her an Allah’ın gözetiminde olduğuna inanan bir kimse günah işlemekten utanır. Hiçbir hareketin karşılıksız kalmayacağını bildiği için kendine çekidüzen verir.
Allah’a, ahirete, günaha-sevaba, cennete, cehenneme inanmayan bir insanı ahlâklı, dürüst davranmaya yönlendirecek bir güç ve sebep yoktur. Bazı ateistlerin dürüst davranmaları ateizmden değil, fıtrattan kaynaklanan bir olgudur. Aslında ahlâklı olmak ateizmle çelişir. Çünkü Allah inancı olmadığı zaman her şey anlamsız ve saçmadır. Tesadüfen oluşan bir dünyada sistem ve anlam söz konusu değildir. Netice itibari ile ölümle her şey anlamsızlaşır, hiçliğe mahkûm olur. İyi ile kötü, zalimle-mazlum netice itibari ile aynı karanlık ve hiçlikle buluşacaksa iyi olmanın, cömertliğin, şehitliğin, fedakârlığın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Dünyaya kaosun, orman kanunlarının hâkim olması, her yere kurtlar sofrası kurulması, hukukun gücü değil, gücün hukukunun geçerli olması, gerçek anlamda ve samimi olarak Allah ve ahiret inancının olmayışından kaynaklanmaktadır.
Dünyada adaletin tam gerçekleşmediği, zayıfların ezildiği, gözyaşı ve kanın dindirilmediği malumdur. İnsan vicdanı bu haksızlıkları kabul edemez. Hak dünyada yerini bulmuyorsa mutlaka bulacağı bir alemin, ebedi ahiret aleminin olması, mahkeme-i kübrânın kurulması şarttır. Bu ahlâkın ve vicdanın gereğidir.
Allah’a iman iyi davranışlara ibadet anlamı kazandırır. İnanca dayanmayan iyilik ve fedakârlıkların maddi bir karşılığı yoktur. Suç işlememek sadece cezadan kurtulmaya yarar. Allah rızası gözetilerek yapılan ve yapılmayan her hareketin bir karşılığı vardır. Bir hareketi günah ve sevap anlayışı ve inancıyla yapmakla rastgele yapmak arasında dağlar kadar fark vardır. İşin manevi boyutu her şeyi anlamlı kılıyor.
İnancın devre dışı bırakıldığı günümüz dünyasının hali pür melali ortadadır. Ahlâkî temeli olmayan, manevi müeyyidelerden mahrum bir silahlanmanın, insafsız bir rekabet ve yarışın dünyamızı korkunç bir uçuruma doğru sürüklediği aşikârdır.
Ekonomik hayattaki problemlerin temelinde de inançsızlık ve aç gözlülük yatmaktadır. Üretimden ziyade tüketimi ve gösteriş çılgınlığı, kanaatsizlik, bencillik, tefecilik, karaborsacılık, aldatıcı reklamlar vb... bütün bunların temelinde inançsızlık ve ahlâkî yozlaşma vardır. İnsanları ve bütün canlıları, hatta cansızları Allah’ın eseri olarak gören, yaratılanı yaratandan ötürü seven bir anlayış ve iman nerede, tesadüf ve anlamsızlığa dayanan bir anlayış nerede…
Bu âlemin gerçek sahibi ve yaratıcısı olan Allah hiçbir şeyi boşuna ve anlamsız yaratmamış, eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insanın, dünya ve ahiret mutluluğu için kurallar belirlemiştir. Bu kurallar hayata yön verdikçe problemler çözülür. Her şey anlam kazanır. İmansızlıkla anlamsızlaşan varlık ve hayat mutluluğa dönüşür. Hiçliğin değil ebedî var olmanın zevk ve heyecanı dünyayı adeta cennetleştirir. Ebedî cenneti kazandıracak güzel amellerle her şey güzelleşir. Dünya herkes için yaşamaya değer hale gelir. Aksi halde cehenneme dönüşür.
Aristo ve Kant gibi filozoflar ahlâkı akla dayandırmakta ve ahlâk ilkelerini evrensel olması gerektiğinde ısrar etmektedirler. Hâlbuki insan akıl yanında duyguları, tutkuları, ihtiras ve eğilimleri olan bir varlıktır. Duygu ve eğilimler farklı olduğu gibi akıllar da bunlara bağlı olarak farklı kararlar verir. İnsanların tam anlamıyla objektif ve tarafsız davranacakları söylenemez. Hazreti Peygamber (s.a.v.); “Bir şeyi aşırı sevmen seni kör ve sağır yapar” buyuruyor. Nefret de öyledir. Gazali merhumun dediği gibi; insanoğlunun iki zaafı vardır. Birisi; sevdiğinde küsur, ikincisi; sevmediğinde meziyet görmez. Dünyanın en adil hâkimine bile kendisiyle ilgili davada karar verdirilmez.
Bir davranışın iyi veya kötü oluşu insanların terazisinde değil, ilâhî terazide belirlenir. Zinayı, alkolü, kumarı meşru görenlerle görmeyenlerin akılları aynı olmasa gerek. “Akıl için yol birdir” derler. Değerlendirme ve uygulamalara bakılırsa yolun bir olmadığı görülüyor. Bir Müslüman’a göre doğrunun-eğrinin en şaşmaz ölçüsü Allah’tır. Zira o kusurdan azadedir. En doğru ve güzel olanı o belirler. Kusurlu olan insanlardan kusursuz görüş ve değerlendirme beklenemez.
AHLAKI BELİRLEYEN VAHİYDİR
Ahlâkî değerlerin mutlak bir varlığa dayanmaksızın sırf insanın zihinsel ve duygusal ürünü olarak görmek ahlâkî faziletleri anlamsızlaştırır. Böylece adalet, zülüm, doğruluk, yalancılık gibi kavramların anlamları kişilere ve bağlı oldukları toplumlara göre değişir. Bu ise ahlâkî kuralların değişmez ve genel olmaları ilkesine terstir. Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an-ı Kerim’de işaret edilen on emir ve diğer kurallar insanlığın ortak değerleridir. Bu kuralları belirleyen akıl değil vahiydir.
Netice olarak inançsızlık; her şeyi anlamsız ve saçma kıldığı gibi ahlâkî ve insânî değerleri de değersizleştirmekte, bütün dayanakları ortadan kaldırmaktadır. En sağlam güç ve dayanak imandır.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 466