Ahlâklı Müslüman Nasıl Olur?

Ahlâkî güzelliklerden mahrum bir dînî hayat düşünülemez. Ahlâkî kıymetlerle tezyîn edilmeyen bir îman, mahfazasız bir mum ışığı gibidir ki, nefsânî ve şeytânî fırtınalar karşısında dâimâ büyük bir tehlike ve risk altındadır.

Ahlâk, Allah Teâlâ’nın biz kullarında görmekten râzı ve hoşnud olduğu güzel huylardan ibârettir. İnsanoğlunun en büyük mazhariyetlerinden biridir. Zîrâ; “Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.” (Münâvî, et-Teârîf, s. 564) hadîs-i şerîfi mûcibince güzel ahlâk, Allâh’ın cemâlî sıfatlarının, mü’min gönüllerdeki tecellîleridir.

Bu bakımdan mühim bir kulluk vazîfemiz olan güzel ahlâk sâhibi olmak, Allâh’a yakınlığımızın en bâriz alâmetlerinden biridir. Kulluk hayâtımızın seviyesini taçlandıran ulvî bir kıymettir.

İnsanın izzet ve haysiyetini teşkil eden ahlâk, onun en belirgin kimliğini de ortaya koyar. Bu yüzden ahlâk, mahlûkât içinde insanoğluna âit üstün bir vasıftır.

Kâmil insan, bu imtihan âleminde ilâhî sanatın ince, zarif tezâhürlerini taşıyan bir hilkat âbidesidir. Erişilmez incelikler ve dibi görülmez derinliklerin müstesnâ bir numûnesi olarak yaratılan insan nesli, bu yüksek kıymetini, ancak ahlâkî değerlerle feyizlenmiş bir kulluk hayâtı yaşamakla muhâfaza edebilir.

Ahlâkın bir nevî mahfazası durumundaki kalb, nazargâh-ı ilâhî olmak gibi yüce bir şerefe mazhariyet istîdâdıyla yaratılmıştır. Hâl böyleyken, insanoğlu ten planında ve nefsânî arzular peşinde bir ömür sürüp kalb âlemini ahlâkî meziyetlerle tezyîn edemezse, insanlık ve kulluk haysiyetine ihânette bulunmuş, Hak katındaki yüce mevkiini hebâ etmiş olur. Bu ise, varlıklar içinde en güzel bir sûrette yaratılıp, ilâhî tekrîm ile müstesnâ bir şerefe mazhar kılınan insanın, bu ulvî kıymetini dehşetli bir isrâf ile ziyân etmesi demektir.

Ahlâkın gâyesi; kişiye dâimâ ilâhî kameralar altında olduğu idrâk ve şuurunu kazandırarak onu ham vasıflardan arındırıp İslâm’ın ideal insan tipi olan “insân-ı kâmil” hâline getirmektir. Nezâket, zarâfet, edeb, hayâ, cömertlik, şefkat, merhamet gibi yüksek hasletleri, tabiat-ı asliye hâlinde insanın özüne nakşedebilmektir. Bu bakımdan ahlâk; dîn ve îmânın ayrılmaz bir parçası, hattâ onun rûhu ve özü mevkiindedir. Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen hidâyet rehberimiz Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de yüce vazîfesini:

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, 8) buyurarak hulâsa etmiştir.

Demek ki, ahlâkî güzelliklerden mahrum bir dînî hayat düşünülemez. Ahlâkî kıymetlerle tezyîn edilmeyen bir îman, mahfazasız bir mum ışığı gibidir ki, nefsânî ve şeytânî fırtınalar karşısında dâimâ büyük bir tehlike ve risk altındadır.

Bu itibarla, dînimizi ve îmânımızı güzel ahlâk ile âdeta mânevî bir zırh gibi muhâfaza altına almak mecbûriyetindeyiz. Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz - sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır ki:

“Cibrîl bana Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi:

«Bu dîn (yâni İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum bir dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!»” (Heysemî, VIII, 20; Ali- el-Müttakî, Kenz, VI, 392)

İşte güzel ahlâk, dînî yaşayışta böylesine hayâtî bir ehemmiyeti hâizdir. Ahlâkî kıymetlerden habersiz bir yaşantı, hayâtın hazin bir isrâfı iken, bu kıymetlerden hisse almış nasipli kalpler ise îmânın hakîkî lezzet ve halâvetini tatma bahtiyarlığına ermişlerdir. Nitekim şu hâdise, güzel ahlâkın, insanı îman ve hidâyet iklîmine götüren mânevî bir köprü olduğunu ne güzel ifade etmektedir:

Ashâb-ı kirâmdan Hakîm bin Hizâm adında güzel ahlâk sâhibi bir zât vardı. Aynı zamanda Hazret-i Hatîce vâlidemizin akrabâsından olan bu zât; son derece cömert, müşfik, hayr u hasenât sâhibi biriydi. Câhiliye devrinde kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayâta kavuşturur ve himâye ederdi.

Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Câhiliye devrinde yaptığım hayırlar var: Sadaka vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mukâbil bana ecir verilir mi?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Sen zâten, daha önce yaptığın bu iyiliklerin hayrına İslâm’la şereflendin!” buyurdu. (Buhârî, Zekât, 24; Müslim, Îman, 194-196)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Öyle Bir Rahmet Ki , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.