Ahmed Bin Harb (k.s.) Kimdir?
Ahmed bin Harb (k.s.) kimdir? Ahmed bin Harb (k.s.) nasıl bir ahlâka sahipti? Ahmed bin Harb (k.s.) ibadete düşkünlüğü nasıldı? "Elli yıl ibadetle meşgul oldum, şu üç şeyi terk etmedikçe ibadetin tadına varamadım" diyen Ahmed Bin Harb (k.s.) hakkında kısaca bilgiler...
Adı Ahmed bin Harb, künyesi Ebu Abdullah nisbesi en-Nisaburi. Horasan fakih ve şeyhlerinin büyüklerinden. Muhaddis, hadis ve tasavvuf konusunda el-Erbain, Kitabu’z-zühd ve lyalullah gibi teliflerin sahibi. Ancak eserlerinden günümüze ulaşabileni yok. Süfyan bin Uyeyne’nin talebesi Yahya bin Muaz er-Razi’nin üstadı. Bir ara Türkistan taraflarında müslüman olmayan Türklere karşı yapılan cihada katıldı. Mekke’de mücavir olarak bulundu. 234/848 yılında vefat etti.
Ahmed bin Harb, kardeşi Zekeriya’nın naklettiğine göre küçük yaşlardan beri ibadete düşkündü. Daha mahalle mektebine giderken oruç tutar, namaz kılardı. Büluğa erer ermez hacca gitti, oradan da Kûfe, Basra ve Bağdat’a geçti ve oralarda ilim tahsili için bir süre kaldı. Tahsilini ikmalden sonra döndüğü memleketinde vaaz ve irşadlarıyla halkı Hakk’a çağırdı.
ŞU ÜÇ ŞEYİ TERK ETTİM İBADETİN TADINA VARDIM
Meczûb tavrı, müstağni davranışları ve basiretli görüş ve düşünceleri sebebiyle halk arasında abdallardan olduğuna inanılırdı. Şöyle konuşurdu:
– Elli yıl ibadetle meşgul oldum, şu üç şeyi terketmedikçe ibadetin tadına varamadım:
- 1. İnsanları memnun etmek endişesini bırakmadan hakkı söyleyemedim.
- 2. Fasıkların sohbetini bırakmadan salihlerin sohbetine varamadım.
- 3. Dünya tad ve sevgisini bırakmadan ahiretin tadını bulamadım.
Ahmed bin Harb, “vera” adı verilen manevi hâle sahip, şüpheli şeylerden sakınan bir sûfîydi. Çocukluğundan beri özellikle şüpheli yiyeceklerden hassasiyetle kaçınırdı. Annesi onun bu huyunu bildiği için hazırladığı yemeklerde büyük titizlik gösterirdi. Birgün oğluna tavuk kızartıp ikram etmiş ve:
– Oğlum, bu benim kendi ellerimle beslediğim ve helallığında asla bir şüphe bulunmayan bir yiyecektir. Buyur ye!, demişti. Ahmed bin Harb ise:
– Ben bir gün bu tavuğu komşumuzun damına çıkmış ve orada bazı şeyler yerken gördüm. Oysa anneciğim, senin de bildiğin gibi komşumuz kazancına bazı şüpheli şeyler karışmış bir ordu mensubudur. Binaenaleyh beni bağışla, ben bundan yiyemem, demişti.
ZİKR-İ DAİM
Ahmed bin Harb, “zikr-i dâim” denilen Hakk’tan bir an bile gafil olmama özelliğini gerçekleştiren bahtiyarlardandı. Gönlüne takılan masiva düşüncesini derhal uzaklaştırmayı bilirdi. Nitekim bir gece evinden çıkmış zaviyesine giderken yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Gönlüne “Acaba yağan bu yağmur, damdan sızıp odama girer ve kitaplarımı ıslatır mı?” diye bir düşünce arız oldu. Bu sırada sahibini göremediği bir ses ona adeta şöyle sesleniyordu: “Derhal evine dön, çünkü gönlün evde. Senin işe yarayan tarafın sadece gönlündür. O neredeyse, sen de orada ol!” Ahmed kendinden utandı ve hatırına gelen bu düşünceden dolayı tevbekâr oldu.
Tesirli ve güzel konuşurdu. Onun vaazlarına devam edenler, onun meclisinden ruhları dinlenmiş, gönülleri aydınlanmış, nefsleri arınmış olarak çıkarlardı. Üzerlerinde onun sohbetinin tesiri uzunca bir süre devam ederdi.
Geceleri hemen hiç uyumazdı. Bu kadar “seheri” oluşunun, az uyuyuşunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verirdi:
– Altımızda cehennem kaynıyor, üstümüzde cennet donatılıyor, fakat ben hangisine gideceğimden habersizim, gözüme nasıl uyku girsin?
Haram, ya da şüpheli lokmanın kişinin ahlakına olduğu kadar, sulbüne de etki ettiğini söylerdi. Rebab çalan, bazan demlenip sarhoş olan rind bir oğlu vardı. Birgün Nişabur halkının ileri gelenleri şeyhi ziyarete gelmişlerdi. Sohbetin koyulaştığı bir sırada bu delikanlı elinde sazı ile geldi ve meclisin üst köşesine geçip oturdu. Mecliste bulunanlar delikanlının tavrını yadırgadılar ancak birşey söylemediler. Durumu sezen Ahmed bin Harb dedi ki:
– Bu delikanlıyı ayıplamayın, kusurunu bağışlayın, çünkü suç onda değil, bende. Bize bir gece komşumuzdan bir yemek geldi. Biz, o yemeği, nereden ve hangi yolla geldiğini araştırmadan, annesiyle oturup yedik. O gece bu delikanlı ana rahmine düştü. Daha sonra araştırınca öğrendik ki, bu yemek içinde haram ve faiz bulaşığı bulunan bir sultan yemeğiymiş. İşte bu, bize yaptığımızın bir cezası.
KOMŞUSUNA NASİHATİ
Ahmed bin Harb’in ateşe tapan Behram adlı bir komşusu vardı, ticaretle uğraşırdı. Ticaret kervanını haramiler vurmuş ve malının yarısını almıştı. Ahmed, ne de olsa komşudur, diye düşünerek yanına aldığı bir kaç müridiyle Behram’ın ziyaretine vardı. Behram, şeyhe saygı gösterdi ve elini öptü. Derhal sofra hazırlamaya kalkıştı. Ahmed bin Harb:
– Ne olur, telaşlanma, biz sana kervanın zarar gördü diye taziye için geldik, gel oturalım, konuşalım, dedi. Behram:
– Evet, kervanım vuruldu ama, yine de bu olay sebebiyle üç sebepten dolayı hamdetmeliyim, diye konuştu. ضnce ben kimsenin malına zarar vermiş değilim, gِtürülen benim malım. Sonra malımın yarısı vuruldu ama diğer yarısı duruyor. Bir de vurgun malımadır. Dinime ve namusuma değil, oysa dünya malı gelip geçicidir.
Bu konuşma şeyhin çok hoşuna gitti ve yanındaki müridlerine:
– Ben bu sözlerden marifet kokusu duyuyorum, binaenaleyh bunları yazınız, diye emretti.
Ahmed bin Harb, Behram’a dönerek:
– Bu kadar güzel düşüncelerin ve isabetli görüşlerin var da niye ateşe tapıyorsun, diye sordu. O da:
– Vefasızlık yapıp da yarın kıyamette beni yakmasın diye, cevabını verdi. Ahmed bin Harb:
– Sen zayıf, cahil ve vefasız birine bel bağlamışsın, yanlış yoldasın arkadaş, dedi. Arkasından şunları ekledi:
Ateş zayıftır, üzerine bir çocuk bile bir damla su dökecek olsa hemen sönüverir. Seni nasıl kurtarsın. Ateş cahildir, içine ne düşerse güzel-çirkin, faydalı-zararlı, misk-necaset hepsini yakar. Vefasızdır ateş, istersen gel deneyelim, ikimiz de ellerimizi sokalım içine, hangimizi yakacak, hangimizi yakmayacak? Bunca hizmet ettiğin halde seni yakmayacak mı?
Behram, Ahmed bin Harb’in söylediklerinden etkilendi ve sana bazı sorular soracağım dedi ve başladı:
– Allah bu mahlukatı niçin yarattı? Onlara niye rızık veriyor? Sonunda onları niye öldürüyor? Öldükten sonra niçin diriltecek?
Şeyh şu karşılığı verdi:
– Allah mahlukatı tek yaratıcı kendisi olduğunu bilsinler diye yarattı. Kendilerine rızık verenin kim olduğunu bilsinler diye onları besliyor. Kahhar olduğunu farketsinler diye öldürüyor. Kadir olduğunu anlamaları için de onları yeniden yaratacak.
Behram bu cevap karşısında derhal müslüman oldu ve “kelime-i şehadet” getirdi.
Ahmed bin Harb, kendisinin gıybetini yapanlara pek aldırmazdı, hatta bundan memnun olacağını belirtirdi: “Bana düşmanlık edenleri, çekiştirenleri, hakkımda konuşanları bilsem de onlara altın ve gümüş armağan etsem. Böyleleri benim hayrıma çalıştıklarına, bana ecir kazandırdıklarına göre onlara ücret vermeliyim.” - rahmetullahi aleyh -
Kaynaklar Tezkiretü’l-evliya, 290-294; Keşfu’1-mah-cub, II, 612; A’lamü’n-nübela, XI, 32-35.
Kaynak: Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları
BENZER HABERLER
- MUHAMMED BİN VASİ (K.S.) KİMDİR?
- HABİB ACEMİ (K.S.) KİMDİR?
- İBN SİRİN (K.S) KİMDİR?
- İBRAHİM BİN ETHEM HAZRETLERİ KİMDİR?
- EBU HAŞİM EL KUFİ (K.S.) KİMDİR?
- SÜFYAN SEVRİ (K.S.) KİMDİR?
- MUHAMMED BİN VASİ (K.S.) KİMDİR?
- DAVUD TAİ HAZRETLERİ KİMDİR?
- ABDULLAH BİN MÜBAREK (K.S.) KİMDİR?
- ABDULVAHİD BİN ZEYD (K.S.) KİMDİR?
YORUMLAR