Ahsen-i Takvîm Sırrı
Hac Sûresi’nde beyan buyrulan “…Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 46) âyet-i kerîmesinde, “görmek” fiilinin kalbe izâfe edilmesinin hikmeti...
Kâinatta zerreden kürreye kadar var edilen her şey, ilâhî bir sanat harikası ve ilâhî kudretin bir vitrini olarak yaratılmıştır. Nefsânî arzularını bertaraf edebilen kimseler için bu vitrinler, kula acziyetini tattırarak Allâh’a yaklaştıran ilâhî bir lutuftur. Bu lutufları gören ve idrâk eden ise hakîkatte göz değil, hissiyâtın merkezi olan kalptir. Âyet-i kerîmede:
KALBİN İNSAN ÜZERİNDEKİ MÜTHİŞ TESİRİ
“(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basîretler (kalp gözleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendinedir...” (el-En’âm, 104) buyrularak aslında görenin, kalp olduğu vurgulanmaktadır. Zira “…Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 46) âyeti de, bu hakîkatin diğer bir ifâdesidir. Dolayısıyla gören de kalp, hisseden de kalp, seyreden de kalptir. Göz, kalp için ancak bir vâsıtadır, âdeta bir gözlük hükmündedir. Peygamber Efendimiz’in;
“...İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O sağlam ve sâlih olursa beden bütünüyle iyi, o kötü olursa beden de tamamıyla kötü olur.” (Buhârî, Îmân, 39) buyurarak kalbi tarif etmesi, kalbin insan üzerinde ne muhteşem bir tesir icrâ ettiğinin en güzel bir delilidir.
GÖNÜL GÖZÜYLE GÖRMEK
Nitekim gönül dünyaları farklı olan ve fakat aynı yere bakan iki insanın gördükleri şey çok farklıdır. Çünkü insanın gördüğü, daha ziyâde gönül âleminin yansımasıdır.
Bunun en güzel misâlini Hazret-i Ebû Bekir (ra) ile Ebû Cehil’de görmek mümkündür. Nitekim her ikisi de Rasûlullah r’in güneşleri kıskandıran nûr menbaı sîmâsına bakmış, bunun neticesinde; Allah ve Rasûlullah âşığı olan Hazret-i Ebû Bekir’in gönlünden diline; “Aman yâ Rabbî, ne kadar da güzel!” ifâdeleri dökülürken, bunun zıddına Ebû Cehil o mübârek yüzde kendi kalp körlüğünün akislerini seyrederek O’ndan uzaklaşma bedbahtlığına düşmüştür. Çünkü yüksek ruhlar, her zaman hakîkat-i Muhammediyye’den akseden feyiz ve rûhâniyet ile gıdâlandıkları gibi, habîs (kötü, fenâ) ve fâsık ruhlar da habâsetle (kötülük ve fenâlıkla) tatmîn olmuşlardır.
MECNÛN'UN AŞKI
Mecnûn’un aşkından çöllere düştüğü Leylâ’yı görenlerin söyledikleri:
“–Mecnun bunun nesini sevmiş?” ifâdelerine, Mecnûn’un vermiş olduğu şu cevap da, görenin aslında kalp olduğunun bir diğer delilidir:
“–Siz ona bir de benim gözümle bakın!”
Zira Cenâb-ı Hakk’ın emrine kibrinden dolayı itaatsizlikte bulunarak huzurdan kovulmuş olan şeytanın gözü de, Âdem'e (as) bakınca onun çamurunu, yani zâhirî sûret tarafını görmüş, ondaki ahsen-i takvîm sırrına gâfil kalmış ve ondaki yüceliği idrâk edememiştir.
Not: Ahsen-i takvîm, insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011