Ahzâb Suresi 54. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Ahzâb Suresi 54. ayeti ne anlatıyor? Ahzâb Suresi 54. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Ahzâb Suresi 54. Ayetinin Arapçası:

اِنْ تُبْدُوا شَيْـًٔا اَوْ تُخْفُوهُ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا

Ahzâb Suresi 54. Ayetinin Meali (Anlamı):

Bir şeyi açığa vursanız da, onu gizleseniz de fark etmez, çünkü Allah, her şeyi çok iyi bilmektedir.

Ahzâb Suresi 54. Ayetinin Tefsiri:

Hz. Enes, 55. âyetin iniş sebebini şöyle anlatıyor:

Resûlullah Efendimiz Zeyneb (r.a.) ile evlendikleri zaman annem Ümmü Süleym bana:

“– Resûlullah’a bir hediye takdim etsek” dedi. Ben:

“– Bir şeyler hazırla götüreyim” dedim. Bunun üzerine hurma, yağ ve keş getirdi. Bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Resûlullah (s.a.s.)’e götürdüğümde:

“– Yemeği bırak” buyurduktan sonra; “Bana falancaları çağır” diyerek teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca; “Kime rastlarsan çağır” diye emretti. Emri yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Efendimiz elini yemeğin üzerine koydu ve Allah’tan başka kimsenin bilmediği yani duyulmayacak şekilde bir şeyler söyledi. Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Allah Resûlü yiyenlere:

“– Yemeğe Allah’ın ismini zikrederek başlayın ve önünüzden yiyin!” buyurdu. Bu hâl herkesin yemeğini yiyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda bir kısmı çıktı, bazıları da kalıp sohbete devam etti. Efendimiz aslında onların çıkmalarını bekliyordu. Biraz daha bekledikten sonra çıkıp diğer bir hücre-i saadetine doğru yürümeye başladı. Az sonra sohbete dalanlar da gitti. Hemen çıktım ve Allah Resûlü’ne:

“– Davetliler gitti artık” dedim. Resûl-i Ekrem evine geri döndü… Bundan sonra bu âyet nâzil oldu. (Buharî, Tefsir 33/8; Müslim, Nikâh 89)

Bu âyet-i kerîmelerde, bir taraftan mü’minlerin Resûlullah (s.a.s.)’e ve onun muhtereme eşlerine karşı uymaları gereken muaşeret kaideleri beyân buyrulmakta, diğer taraftan da kendi aralarındaki beşerî münâsebetler bakımından tüm mü’minlere büyük bir ufuk açılmaktadır. Buna göre:

Birincisi; Allah Resûlü (s.a.s.)’in evine, davet edilmeden yemek maksadıyla girilmeyecek: Zira o dönemde bir kimse, başka birisini görmek istediğinde, kapıyı çalmanın veya izin almanın lüzûmunu düşünmez, hemen eve girer ve gördüklerine evin reisinin evde olup olmadığını sorardı. Bu cahiliye âdeti aynı zamanda birçok fenalığın sebebi olabiliyor ve daha kötü sonuçlara yol açabiliyordu. Bu sebeple başlangıçta, hiç kimsenin Peygamberimiz (s.a.s.)’in evlerine izinsiz giremeyeceği şeklinde bir hüküm kondu. Daha sonra Nur sûresi 27. âyeti ile bu hüküm bütün müslümanların evlerine de teşmil edildi.

İkincisi; yemeğe gelenler, erkenden gelip yemeğin hazırlanmasını evde bekleyerek hâne halkını rahatsız etmeyecekler: Zira yine o dönemde yaygın olan başka bir kabalık da, ziyaretçilerin tam yemek sırasında ev sahibini çağırması veya gelmesi, ya da önceden gelip yemek zamanına kadar orada kalmasıydı. Bu, çoğunlukla ev sahibini büyük bir sıkıntı içine sokuyordu. Cenâb-ı Hak, İslâm nezâketine uymayan bu adeti de münâsip görmeyip, misafirlerin bir eve sadece davet edildiklerinde ve yemek zamanı gitmelerini emretti.

Üçüncüsü; yemekten sonra davetliler, kendi aralarında sohbete dalıp evde gereğinden fazla kalmayacaklar: Çünkü, gelen misafirler, yemeği bitirdikten sonra, ev halkını rahatsız edecek kadar uzun müddet evde oturur ve konuşup eğlenceli sohbetler yaparlardı. Bu davranışlarıyla müslümanlar Efendimiz (s.a.s.)’i de çoğu zaman rahatsız ederlerdi. Âyette de belirtildiği üzere, Peygamber Efendimiz, düşüncesizlik ederek evinde oturup gereksiz yere sözü uzatan kimselere, yeni evlendiği bir zamanda dahi hayâsından dolayı bir şey söyleyememiş ve kendiliğinden gitmelerini bekleyip sabretmiştir.

Dördüncüsü; Peygamberimiz (s.a.s.)’in hanımları, her türlü şaibeden, münafıklarla kendini bilmezlerin dedikodu malzemesi olmaktan uzak kalmalarını sağlamak maksadıyla bundan böyle yabancı erkeklerle hep perde arkasından görüşüp konuşacaklar: Bu emrin gelişinden sonra müminlerin anneleri odalarının kapılarına perdeler astılar. Ayetin “Böyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri bakımından çok daha nezih ve temizdir” cümlesi, kadınların ve erkeklerin kalplerinin temiz olmasını isteyen herkesin, bu yolu tercih etmesi ve bu hususta olabildiğince dikkat etmesi gerektiğini açıkça bildirir. Dikkat edilmesi gereken bir önemli husus da şudur: Burada bir tarafta âyetin beyânıyla mü’minlerin anneleri olan Peygamber Efendimiz’in hanımları var, diğer tarafta da nesiller içinde imânî derecesi en yüksek olan sahâbe-i kirâm var ve “böyle yapmak iki tarafın kalbi için daha temizdir” hitabı bunlar hakkında nâzil olmaktadır. Dolayısıyla kalp temizliği açısından bakılacak olunursa, bizlerin kadın erkek ihtilatı ve ilişkileri bakımından daha dikkatli davranmamız gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü hedef, kalbi kirli düşünceler içinde çürütmek değil, onu Yaratan’ını tanıyacak, sevecek ve zikredecek şekilde tertemiz tutmaktır. Bundan hareketle temiz insanlar, temiz aileler ve temiz toplumlar inşâ etmektir. Bu sebeple, Efendimiz’in aile hayatı, karşımıza en mükemmel bir model olarak konmaktadır.

Beşincisi; hangi yolla olursa olsun Resûlullah (s.a.s.)’e eziyet etmek ve Efendimiz (s.a.s.)’in boşaması veya vefatından sonra hanımlarıyla evlenmek müminlere ebediyen haram kılınmıştır.

Bütün bu hususlarda mü’minler sadece zâhirî hal ve hareketlerine değil, gönüllerinden geçen düşünce ve niyetlerine de dikkat edecekler; kalplerinden dahî Allah Resûlü (s.a.s.) ve onun muhtereme eşlerinin temiz ve yüksek manevî dünyalarını rahatsız edici bir düşünce geçirmeyeceklerdir. Çünkü Allah, ister gizli ister açık olsun her şeyi çok iyi bilmekte ve ona göre muamele etmektedir. Ancak mü’minlerin anneleri, kendilerine mahrem olan erkeklerle arada perde olmaksızın konuşabilirler. Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bunlardan herhangi bir fitne ve dedikodu çıkma tehlikesi yoktur. Ayrıca mü’min kadınlar ve sahip oldukları câriyelerle münâsebetlerinde de kendilerine belli bir kolaylık sağlanmıştır. (bk. Nur 24/31)

Beyân edilen bu ilâhî hükümler Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in yücelik ve kıymetini anlatmak için yeterli olmakla birlikte, O’nun Allah katındaki değerini anlamak ve ona en küçük bir eziyette bulunmanın bile ne büyük kayıplara yol açacağını görmek için bir de şu ilâhî fermanlara kulak verin:

Ahzâb Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Ahzâb Suresi 54. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.