Aile Bireylerinin Birbiri Üzerindeki Hakları

 Aile içinde babanın, annenin ve çocukların birbirleri üzerinde hakları vardır. Peki bu haklar nelerdir?

Baba, hanımını ve çocuklarını en güzel şekilde terbiye edip ihtiyaçlarını helâlinden temin ederek onları âhirete hazırlamalıdır.

Anne, kocasına karşı vazifelerinde hassas davranmalı, evine ve çocuklarına sahip çıkmalıdır. “Yuvayı kuran dişi kuştur.” darb-ı meselince, kanaatkâr olmalı, israftan kaçınmalı ve her hususta büyük bir dirâyetle hareket etmelidir.

Anne-baba, çocuklarına karşı adâletli davranmalı, ayrımcılık yapmamalıdır. Onların en mühim vazifesi, âile fertlerine İslâmî bir terbiye vermek ve onların ebedî saâdeti kazanmaları için çalışmaktır. Bunun için de, her şeyden evvel zarûrî olan dînî bilgileri öğretmelidirler. Daha sonra, tercih edecekleri meşrû bir meslekle alâkalı bilgi ve becerileri edinmelerine yardımcı olmalıdırlar.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim, çocuklar üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

“–Çocuğun, babası üzerindeki hakkı; babasının ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve ona helâlden başka rızık yedirmemesidir.” (Beyhakî, Şuab, VI, 401; Ali el-Müttakî, XVI, 443)

Bu mevzudaki diğer bâzı hadîs-i şerîfler de şöyledir:

“Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, zamanı gelince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı öğretmesidir.” (Ali el-Müttakî, XVI, 417)

“…Hayatta ona saygı duyulan bir yer kazandırması ve ona güzel bir terbiye vermesidir.” (Beyhakî, Şuab, VI, 401-402)

Dînî ve uhrevî haklardan sonra dünyevî ihtiyaçlar gelir.

PEYGAMBERİMİZ BU KONU NE BUYURUYOR?

Muâviye bin Hayde -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“–Yâ Rasûlâllah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir?” diye sordum. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin (sîmâ ve edep bakımından) çirkin olduğunu söylememek, onlara bedduâ ve hakaret etmemek…” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 40-41/2142; İbn-i Mâce, Nikâh, 3)

Havle bint-i Hakîm -radıyallâhu anhâ- güzel giyinen bir kadındı. Bir gün pejmürde bir kıyafetle Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına geldi. Âişe vâlidemiz:

“−Bu hâlin ne?” diye sordu. O da:

“–Kocam geceleri namaz kılıyor, gündüzleri de oruç tutuyor, benimle hiç ilgilenmiyor.” dedi.

O esnâda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- içeri girdi. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- durumu O’na anlattı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Havleʼnin kocası Osman’la görüşerek:

“–Osman, bize ruhbanlık emredilmemiştir. Ben senin için en güzel bir örnek değil miyim? Vallâhi sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’nun emirlerine en fazla riâyet edeniniz benim.” buyurdu. (Ahmed, VI, 226; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 291)

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âilenin rızkını temin için lüzûmu kadar çalışmanın, ibadet ve infak yerine geçeceğini beyan etmiştir.[1]

Âile fertleri, fıtratlarına ve durumlarına göre vazife taksiminde bulunmalıdırlar. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âile içinde iş bölümü yaparken kızı Hazret-i Fâtıma’ya ev işlerini, damadı Hazret-i Ali’ye de dışarıda görülecek işleri tavsiye etmiştir.[2]

Evin reisi, hanımından habersiz uzak yolculuklara çıkmamalıdır. Yine eve, habersiz ve kim olduğunu bilmediği yabancı misâfirler getirmemelidir. Hanımından, meşrû ölçülerin dışında nâmahremlerin karşısına çıkmasını ve onlara hizmet etmesini istememelidir. Âilesini mümkün mertebe kadın-erkek karışık olan yerlerden uzak tutmalıdır.

Babanın, âile fertlerine karşı güzel ahlâk sahibi olması ve hüsn-i muâmelede bulunması da, başta gelen vazifelerindendir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadının vazifeleri hususunda şöyle buyurur:

“Sâliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhâfaza eder.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

“Kocası kendisinden memnun olduğu hâlde ölen kadın, cennete girer.” (Tirmizî, Radâ`, 10/1161; İbn-i Mâce, Nikâh, 4)

Âile fertleri, nefsin, şeytanın ve çevredeki kötü niyetli kimselerin hîle ve desîselerine karşı uyanık olmalı ve dâimâ Allâh’a sığınmalıdırlar. Çünkü bunlar, en mukaddes bir müessese olan âile yuvasını yıkmak için ellerinden geleni yaparlar. Âileyi yıktıklarında umûmî ahlâkı ve dîni de yıkabileceklerini çok iyi bilirler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu mühim hususa şöyle dikkat çeker:

“İblis tahtını denizin üzerine kurar, orayı merkez edinir. Sonra askerlerini dünyanın her tarafına salar. Ona en yakın ve en sevimli asker, en büyük fitneyi koparandır. Askerlerinden biri gelip:

«–Bugün ben şöyle şöyle yaptım!» der. İblis:

«–Hiç bir şey yapmamışsın!» karşılığını verir. Bir diğeri gelir:

«–Ben birinin yakasına yapıştım ve hanımıyla arasını açıncaya kadar peşini bırakmadım.» der. Bunun üzerine İblis onu kendine yaklaştırır, kucaklayıp boynuna sarılır ve:

«–Sen ne iyisin, ne güzelsin!» der.” (Müslim, Münâfikîn, 67)

Hâsılı, âile içinde herkes vazifelerine dikkat etmeli ve birbirinin hakkını korumalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları


[1] Bkz. Buhârî, Îmân, 41; Müslim, Zekât, 39.

[2] Bkz. Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâî fî Tertîbi’ş-Şerâi’, Beyrut 1982, IV, 24.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.