AİLE KALESİ DÜŞMESİN | Genç Dergisinin Osman Nuri Topbaş Hocaefendi İle Mülâkatı

Aile Hayatımız

Aile ciddi bir şekilde tehdit altında ve tüm değerlerimiz yavaş yavaş siliniyor. Peki aileye savaş açanlar, aile kavramını ortadan kaldırmak isteyenler kimler? Bunun için neler yapıyorlar? Genç dergisinin, Osman Nuri topbaş Hocaefendi ile aile üzerine gereçekleştirdiği mülâkat...

Genç dergisinin, Osman Nuri topbaş Hocaefendi ile aile üzerine gereçekleştirdiği mülâkatı istifadenize sunuyoruz.

AİLE KALESİ DÜŞMESİN

  • Genç Dergisi

Muhterem Efendim, toplumu ifsâd etmek adına genç nesli sapkın duygulara çekmeye çalışan, bir nevî şeytanın avukatlığına soyunan bir kesim var. Çeşitli isimler altında birtakım cinsî sapıklıklara “saygı” gösterilmesini toplumlara dayatıyorlar. Bu korkunç cereyanlara karşı nasıl bir tavır sergilemeliyiz? Bizlere neler tavsiye edersiniz?

  • Osman Nuri Topbaş Hocaefendi

Evvelâ şunu ifade ederek başlayalım ki, kadın ve erkeğin birbirine olan temâyüllerî fıtrîdir. Rabbimiz insanın fıtratını böyle yaratmıştır. Fakat erkeğin erkeğe veya kadının kadına ilgi duyması, fıtrata tamamen aykırı bir durumdur.

Bu cinsî sapkınlıklar, bütün dünyaya Batı’dan empoze ediliyor. Temelinde de Freud’un görüşlerini esas alan psikolojinin büyük tesiri var.

Aslında 1970’lere kadar batılı doktorlar da bu cinsî sapmaları, tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olarak görüyordu. Büyük ölçüde tedavi de ediyordu. Lâkin sapkın küresel lobi, akademik çevrelerde de baskın çıktı ve artık, tedavi olmayı isteyenlere imkân bırakmayacak derecede hırçınlaştı, hoyratlaştı.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de; kibirden, zulümden, âhireti inkârdan, hayâsızlıktan, ticarî hayatta hilekârlıktan dolayı kahrettiği bazı kavimleri, ibret almamız için haber veriyor. Âd Kavmi, Semud Kavmi, Eyke ve Medyen halkı gibi…

Fakat bunlar arasında en beteri, Lût Kavmi’dir. Maalesef bu kavmin, en rezil bir sapıklık ve dehşetli bir hayâsızlık olan eşcinsellik huyunu, günümüzün modern câhiliyesinde bir “hürriyet” ve “insan hakkı” olarak dayatmaya çalışıyorlar.

Hâlbuki ferdin, âilenin, toplumun huzur ve mâneviyâtına zehir saçan bu cinsî inhiraflar, fıtratı inkârdır.

Hayvanlar âlemine baktığımızda bile, onların dahî dişisi ve erkeğiyle nesillerini devam ettirmek üzere, fıtrata uygun yaşadıklarını görüyoruz.

Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği üzere helâk edilen kavimler içerisinde en ağır azap ve kahr-ı ilâhî, Lût Kavmiʼne gelmiştir. Yurtlarının altları üstlerine getirilmiş, üzerlerine ateşte pişirilmiş taşlar yağdırılmıştır.

Roma devrinde helâke uğrayan Pompei hâkezâ… Onlar, üzerlerine yağan lâvlardan kaçamadılar. Bazıları o iğrenç şenaatleri işler hâlde küle döndüler, bugün hâlâ taşlaşmış vücutları ibret-i âlem olarak sergileniyor. Lâkin günümüzde Pompei halkının izinde yürüyenlerin yeniden çoğalmaya başladığını görüyoruz.

Bugün maalesef küresel güçler; bu şerli faaliyetleri, Lût Kavmi’nden de beter bir noktaya götürmeye çalışıyorlar.

Bozuk çevreden ve çirkef medyadan gelen menfî tesirler, şuurlu bir ailenin kapısından içeri giremiyor. Bu sebeple şimdi aileye göz diktiler. Zira biliyorlar ki, aile çökerse, bir milletin istikbâlinden söz edilemez. Bir milleti ayakta tutan en temel unsur, dînî ve ahlâkî yapıdır. Bu yapı yok edilirse, aile ve nesli ifsâd etmek çok kolaydır.

Dolayısıyla bugün, aileyi korumak her şeyden çok daha mühim. Zira bir memleketi korumak, her şeyden önce muhkem ailelerle mümkün… Gelecek nesillerin huzur içinde yetişebilmesi, ancak sağlam ailelerle temin edilebilir.

Bu sebeple dînimiz, aile birliğine büyük bir ehemmiyet vermiş ve insanların aile kurmalarını muhtelif âyet ve hadislerle teşvik etmiştir. Meselâ; “Aranızdan bekâr olanları evlendirin…”[1] âyeti ile aile yuvaları kurmak öğütlenmiş, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de;

“Ey gençler! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur…”[2]

“Kişi evlendiği zaman dîninin yarısını korumuş olur. Geriye kalan yarısı için de Allâh’a karşı gelmekten sakınsın.”[3] beyanlarıyla evlilik dışındaki bütün nefsânî beraberliklere set çekmiştir.

Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’e ve Peygamber Efendimiz’in sünnetine uygun şekilde aile kurmak ve toplum için temiz bir nesil yetiştirmek, her bir müslümanın aslî vazifesidir.

Ahlâksızlık bataklığının dibindeki Lût Kavmi, şehvet ve nefsâniyetin öyle bir cinnetine girmişti ki;

“–Temizler aramızdan çıksın! Onları kovun!” diyecek kadar çılgın ve azgın hâle gelmişlerdi.

Onların bugünkü temsilcileri de; aileyi korumak ve fıtrata uygun bir şekilde yaşamak isteyenlere; “geri kafalı, tutucu” yaftası yapıştırmaya çalışıyorlar. Onlara saygı duyulmasını, hattâ iltimas geçilmesini istiyorlar. Biz ise Hazret-i Lût’un dediği gibi diyoruz:

“Lût dedi ki:

«–Doğrusu, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!»” (eş-Şuarâ, 168)

Bir müslüman; Allâh’ın haram kılıp gazap ettiği bir mâsiyete / bir günaha aslâ saygı göstermez. Hattâ bir mâsiyete gösterilen zerre kadar saygı bile, îmâna zarar verir.

Bugün gayr-i müslimler arasında bile bu sapkınlıklara karşı uyanan halk, yürüyüşler ve mitingler yapıyor. Geleceğin teminâtı olan ailelerini bu hayâsız akınlardan korumaya çalışıyor. Hattâ bazı devletler, katî bir tavır koymak sûretiyle bu tür ahlâksızlıkları yasakladı. Elbette müslümanlar da bu hususta üzerlerine düşeni yapmalıdır.

Nisâ Sûresi’nde şeytanın şöyle diyeceği beyan ediliyor:

“…Onlara (insanlara) emredeceğim de Allâh’ın yarattığını değiştirecekler…” (en-Nisâ, 119)

Elmalılı Hamdi YAZIR Efendi, tefsîrinde bu âyetle alâkalı olarak şöyle buyuruyor:

“…Yani yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar; fıtratının kemâline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar.

Tefsirlerde gelen misallere bakarak; kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; uzuvlarını yaratılış vazifelerinin dışında kullanacaklar; nikâh yerine zinâ edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar; doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar; helâle haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler; yaratılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaratılışındaki selâmet ve saflıklarını bozacaklar.” (Hak Dîni Kur’ân Dili, III, 88, Nisâ Sûresi, 119. âyetin tefsîrinden)

Mîrâc esnâsında Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- azap içinde olan bir grup insan görmüştü. Önlerinde leziz et yemekleri dururken, bu kimseler pis ve kokuşmuş leşlere yöneliyorlardı. Sebebini sorduğunda ise Cebrâîl -aleyhisselâm-, o kimselerin helâl hanımını bırakıp haram olan kadına giden erkeklerle, kocasını bırakıp haram olan erkeklere giden kadınların olduğunu haber verdi.[4] Lgbt ise bu cürümden daha beter bir rezâlet. Bu sapkınlığın “insan hakkı ve hürriyeti” adı altında bütün dünyaya dayatıldığı günümüzde, Nisâ Sûresi’nin 119. âyet-i kerîmesini yeniden tefekkür etmek durumundayız.

Zira bu rezilliğe göz yuman herkes, hangi mevkîde bulunursa bulunsun, Lût -aleyhisselâm-’ın eşcinsellere tâviz veren karısıyla aynı hazin âkıbete dûçâr olabileceğini unutmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîmede ibret almamız için şöyle buyruluyor:

“Elçilerimiz (olan helâk ve azap melekleri) Lût’a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona;

«‒Korkma, tasalanma! Çünkü Biz, seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesnâ.» dediler.”
(el-Ankebût, 33)

Aslında herkeste az veya çok fücûra ve isyanlara meyil vardır. Ancak kulun vazifesi, bu meyilleri terbiye etmektir.

Tabi o meylin miktarı da mühim…

Çünkü, fâsık çevrelerle birlikte bulunmak, insî ve cinnî şeytanların telkinlerine maruz kalmak, nokta kadar olan meyli, büyük bir günah girdabına ve bataklığa çevirebiliyor. Rezâlet çukuruna düşmüş bir kimse de, kendi hamâkat ve suçlarına âmâ kesiliyor.

Rabbimiz insanlığı; hidâyete, hayâya ve iffete yöneltmek için kitaplar inzâl buyurmuş, peygamberler göndermiş. Hayâsızlık ve iffetsizlikten râzı olmadığını bildirmiş.

Başta da dediğimiz gibi, eskiden gayr-i müslim doktorlar dahî, bu cinsî sapkınlıkları marazî bir hâl olarak görüp tedavi ediyorlardı. Ancak bugün bu sapkınlığın küresel lobileri, bu tedavileri de yasaklatıyor. Yani açıkça; “Sapıklığın önünü aldırmayacağız, yayacağız!” diyorlar. Bunu; “Herkes hürdür, tercihe saygı duymak gerekir!” gibi bir aldatmaca ile yapmaya çalışıyorlar.

Şunu unutmayalım ki, Allâhʼa isyan hususunda kula itaat yoktur. Bir yerde Allâh’a isyan varsa, mü’minin orada müslümanca bir tavır sergilemesi zarurîdir. Müʼmin, günaha saygı duyamaz! İslâmî bir şuurla; “Ben böyle bir ortamı ve böyle bir insanı kabul etmem. Bu insanlarla irtibatımı devam ettirmem!” demelidir. Böyle insanlarla beraberlikten sakınmalı, yanlarından uzaklaşmalıdır.

Bir yerde yangın varsa; “Bana bir şey olmaz!” deyip yangına doğru gidilmez! Câhilâne bir cesaretle, mânevî yangınlara doğru koşarsan, o yangından mutlaka zarar görürsün. Yangının isinden dumanından yüzün gözün kararır, gönlün değişir, rûhun zehirlenir. Belki de farkında olmadan, o rezâleti savunur hâle gelirsin, Allah korusun!..

Ayrıca bu rezâlete tercih ve saygı penceresinden de bakamaz bir mü’min. Meselâ bir adam gözünüzün önünde uçuruma koşarken, bir mü’minin; “Aman kendi tercihi, benim onun tercihine saygı duymam gerekir!” demesi doğru olur mu? Olmaz! Bize düşen, uçuruma koşan insanı kurtarmaya çalışmaktır.

Velhâsıl toplumun temel harcı olan âileyi, nesli, edebi, hayâyı, ahlâkı yok eden ve hayvanlarda bile görülmeyen eşcinsellik çılgınlığına karşı sessiz kalmak, ağır bir vebaldir. Lgbt fıtratı bozmak demektir. Ailenin ve toplumun felâketidir. Bu ahlâksızlıkların sonu, insanlığa vedâ etmektir.

Bu rezâlete bulaşıp da pişman olanların ifadelerine baktığınız zaman görüyorsunuz ki, yaşadıkları ağır bir buhran dolayısıyla veya yanlış yönlendirmelerle bu rezâlete düşmüşler. Huzur ve saâdeti yanlış yerde aramışlar. Başlangıçta bu işin vahâmetini idrâk edememiş, fakat şimdi derin bir nedâmet içerisindeler.

Dolayısıyla; geçmişte olduğu gibi âhir zamanda da yegâne çare, bu kısacık fânî hayatı; insanı asil, kıymetli, vakarlı ve şahsiyetli yapan ilâhî tâlimatlar çerçevesinde yaşamaktır. Hiçbir sapkınlığa düşmeden, İslâmî bir edep, hayâ ve güzel ahlâk üzere, insanlık şeref ve haysiyetine yaraşır şekilde yaşamaktır. Rabbimiz’in bütün emir ve nehiyleri de bu huzur ve saâdeti yaşamaya mâtuftur.

Dipnotlar:

[1] Bkz. en-Nûr, 32.

[2] Buhârî, Nikâh, 3; Müslim, Nikâh, 1.

[3] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 252, hd. no: 7310.

[4] Bkz. Heysemî, I, 67, 68.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Temmuz Sayı: 214