Akıl, Mânevî Terakki İçin Yeterli mi?
Akıl mahlûktur. Akıl, Allâh’ı delîl ile tanıyarak ispat edebilir. Çünkü o eserden müessire, san’attan san’atkâra ulaşır. Hikmeti ise, ancak vahyin ışığında çözebilir. Fakat aklın, vahyin muhtevâsını kavramakta da salâhiyet ve iktidârı mahdûddur.
Akılla mârifetullâh yolunda ilerlemek mümkünse de bu, belli bir yere kadardır. Aklın tükendiği yerde kalbî faâliyet sâyesinde ilerleme devâm eder. Fakat bu bile mutlak gerçeğe vüsûl için kâfî değildir. Çünkü Allâh’ın zâtı mutlaktır. Mutlakın künhüne, mukayyed olan (yâni mutlak olmayan) akıl veya başka bir vâsıta ile ulaşmak ve onu lâyıkıyla idrâk edebilmek mümkün değildir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ
“…O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak ihâta edemezler…” (el-Bakara, 255)
Buna rağmen insan mârifet yolundan geri kalmamalı, Rabbine yaklaşmak için vesîleler aramalı ve bütün gayretini sarfetmelidir. Bu gayretin en güzel nümûnelerini peygamberler sergilemişlerdir. Nitekim Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-:
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَى رَبِّي سَيَهْدِينِ
“Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek.” (es-Sâffât, 99) demiştir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Yâ Rabbî! Biz Sen’i Sana lâyık bir mârifetle tanıyamadık...” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 520) diyerek mârifetin yâni Allâh Teâlâ’yı hakkıyla tanıyabilmenin imkansızlığına ve bununla beraber ehemmiyet ve lüzûmuna işâret buyurmuşlardır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları.