Akıl ve Kalp Neden Ölür?
Fikir ve gönül adamı allame Muhammed İkbal son derece veciz ve yalın bir şekilde ancak ciltlerle ifade edilebilecek bir tesbitte bulunuyor: “Aklın ölümü fikirsizlik, kalbin ölümü zikirsizliktir.” Herhangi bir alet bile belli bir süre kullanılmazsa devre dışı kalır. Atalarımız “işleyen demir ışıldar” demişler.
İnsan, aklı ve kalbiyle insandır. Hayvanlardan ayrıldığı nokta da burasıdır. Aklını ve kalbini kullanmayan insan Kur’an tabiriyle hayvanlardan daha aşağıdır. “Kalpleri vardır, gerçeği kavramazlar, gözleri vardır, doğruyu görmezler, kulakları vardır hakikati işitmezler. İşte onlar hayvan gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gâfil onlardır.” (A’raf, 179) Hayvanların tek gayeleri yemek-içmek ve üremedir. Başkaca bir hedefi olmayan insanlar da hayvanlardan farksızdır. “İnkar edenler geçici zevklerin peşine takılarak hayvan gibi yeyip içerler. Onların varacakları yer cehennemdir.” (Muhammed, 12)
AKIL NİMETİ VE İMTİHANI
İnsan başta kendini, varlıkları ve olayları fark eden, anlamlandıran, olayların arka planını gören, sebep ve sonuç ilişkilerini değerlendiren varlıktır. Allah’ın muhteşem eseri olan bu âlemin güzelliklerini farketmek ve sahibine şükretmek insanın öncelikli görevidir. Seyircisi ve yorumcusu olmayan bir sanat galerisinin anlamı da olmaz. Akıl ve duyu organlarıyla donatılmış insanoğlunun bu organları yaradılış gayesine uygun olarak kullanmaması haksızlıktır. Mevlâ bizden eserlerini görmemizi istiyor “De ki: Göklerde ve yerde ne varsa bir bakın” (Yunus, 101) Kur’an-ı Kerimin pek çok yerinde “Hiç akıl etmez misiniz?” “Hiç düşünmez misiniz?” “Hiç görmez misiniz?” şeklinde sitemler vardır. “Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder.” (Yunus, 100)
Aklı sırf desise için ve şeytanî tarzda çalıştırmak; sadece teknoloji alanında âlet edavat yapımında ve kullanımında işletmek asıl maksat olamaz. Aklı diri tutmaktan maksat; hayat, eşya ve olayları anlamdırmaya yönelik derin tefekkür ve felsefî boyutta onu daima işler halde tutmaktır. İnsanın kendini tanıması, insanî bir çerçeve içinde yaşaması ancak bu manâdan diri bir akılla mümkündür. Felsefî ve metafizik boyutta tefekkür zor ve sancılıdır. Fakat insani mertebeye ancak bu derin tefekkürle ulaşılabilir. Bu zorluğu göze alamayan günümüz insanı kendini daha ziyade oyun-eğlence, alkol ve uyuşturucuya vererek aklı ve tefekkürü öldürmektedir. Gerçek mânâda Mütefekkiri ve Filozofu olmayan bir dönem yaşıyoruz.
TESLİMİYET VE AKIL ARASINDAKİ BAĞ
KALBİN GIDASI
Kalbe gelince; kalb, insanı insan yapan ilahi cevher ve Rabbanî latifedir. Bilen, tanıyan, algılayan, sorumlu ve yükümlü olan, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt eden, insan, sevgi ve şefkat mahalli olan manevi cevherdir, insanın hakikatidir. İnsanın dünya ve ahiret saadeti ancak kalb-i selim ve akl-ı selimle mümkündür.
Kalb-i selim; manevî hastalıklardan özellikle de küfür, nifak, şirk, riya ve gaflet gibi marazlardan salim olan kalbdir. Tedavi edilmeyen ve edilemeyen bedeni hastalıklar insanı ölüme götürdüğü gibi tedavi edilmeyen manevi hastalıklar da kalbi öldürür. Kalbi diri tutan en faydalı gıda ve ilaç zikrullahtır. “İyi bilin ki kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (Ra’d, 28)
Demirin pas tutması gibi kalpler de günah kirleriyle paslanır. Hz. Peygamber (s.a.v) bu durumu şöyle açıklamıştır: “Şüphesiz ki demirin pas tutması gibi kalplerde pas tutar.” Ey Allah’ın Rasûlü kalplerin cilası nedir? denildiğinde: “Allah’ı zikretmek ve Kur’an okumaktır.” (Suyûti, Câmiu’l-ehâdis hadis no: 8007)
Sâlim bir kalb ilahi nurları, hakikat parıltılarını yansıtan parlak bir ayna gibidir.
Cam ne kadar kristalize ise o kadar ışığı yansıtır. Elmasın değeri de bu özelliğinden kaynaklanır. Günahlar kalp aynası üzerinde birer siyah leke gibidir. Bu lekeler silinmez ise ayna simsiyah hale gelir, aynalık vasfını kaybeder. Nitekim Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Mümin bir günah işlediğinde o günahı kalbi üzerinde siyah bir nokta teşkil eder. Şayet tevbe, istiğfar eder ve o günahtan arınırsa kalp aynası parlar. Günah arttıkça kararma da artar. Bu durum Allah (c.c)’ın Kur’anda zikrettiği paslanma halidir.” Hayır, gerçek şu ki, onların kazandıkları günahlar kalplerini paslandırıp bürümüştür.” (Mütaffifin,14) (İbn Mâce, Hadis no: 4244)
KALPLER ANCAK ALLAH'I ZİKİR İLE MUTMAİN OLUR
KALBİN BÜTÜN KAPILARINI KAPATAN AMEL
İnkar, kalbin bütün kapılarının hakikatlere kapatılmasıdır. Kur’an tabiriyle bu durum kalbin mühürlenmesi halidir. Gerçeklere karşı kulakların sağır, gözlerin perdeli olması kalbe giden yolların tıkanması demektir. Böylelerine nasihat edilsede edilmesede fark etmez. Hûd (a.s.) kavmine bütün samimiyetiyle seslendiği halde onlardan aldığı cevap şu olmuştur: “Sen bize öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bize göre fark etmez.” (Şuâra, 136) Bu tavır kalplerin tamamen ölmüş olduğunu ifade eder. Onlar kalplerini öldürdükleri için, Allah da çeşitli felaketler göndererek onların bedenlerini öldürüp helak etmiştir.
Merhamet, kalbin diriliğine işarettir. Yağmur yağınca “rahmet yağdı”denir. Çünkü yağmur toprağın hayatıdır. Kuraklık olunca tabiatta canlılık olmaz. Kalplerde merhametten yoksunsa kurak ve çorak toprağa döner. Kur’an tabiriyle taşlaşır, kaskatı olur. Göz yaşı kalbin tercümanıdır. Kalbin yumuşak ve diri olduğuna işaret eder. Zulüm ve sömürünün asıl sebebi imansız ve merhametsiz kalplerdir. “Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen” kimse katı kalp sahibidir. Çünkü o kalbten rahmet bitkileri bitip yeşermez. “Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı, taş gibi hatta daha da sert oldu. Çünkü öyle taşlar varki içinden ırmaklar kaynar. Öyleleri de varki yarılır. İçinden sular fışkırır. Ve yine öyle taşlar varki Allah korkusuyla yukardan aşağıya yuvarlanır.” (Bakara, 74)
Sahabeden bir zat Rasûlullah’a kalbinin katı olduğundan şikayette bulundu. Efendimiz de ona: “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan yoksulu doyur, yetimin başını okşa” buyurdu. (M. b. Yusuf es-Sâlihî: Sübülü’l-hüda, 9/228)
Gücü ellerinde bulunduran katı yürekliler sebebiyle yoksullar da yetimlerde unutuldu. Simgesi demir ve beton olan günümüz uygarlığı kalpleri de betonlaştırdı, demir gibi katılaştırdı. Demiri ateş eritir. Demirleşmiş kalpleri de iman ve merhamet ateşi eritir. Kalplerin soğukluk ve donukluğuna karşı bir devrim gerekiyor Gönül devrimi, merhamet ve aşk devrimi. Demirlerden, betonlardan, öldürmeye, sömürmeye yönelik atışlardan, ateşli silahlardan bunaldık. Kin ve nefret ateşi gönülleri öldürdü. Medeniyet sevgi ve aşk medeniyeti yerine taş medeniyetine döndü. Muhammed İkbal’in dediği gibi “Çağımızın delirmiş aklına aşk neşteri gerek.” Aşk ve gönül şairimiz Yunus ne güzel söylemiş.
“İşidin ey yârenler aşk bir güneşe benzer,
Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer,
* * *
Taş gönülden ne biter, dilinde ağrı tutar,
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benze.
* * *
Aşk var gönül yanar, yumuşamış muma döner,
Taş gönüller kararmış sarp katı taşa benzer.
Taşın katı olması, yapısının gereğidir, tabii özelliğidir. Yuşumak olsa çamur olur, taşlık görevini yapamaz. Katılık onun için ayıp değildir, bilakis meziyettir. Kalblerin ise yumuşak olması, merhamet ve sevgi kaynağı olması gerekir. Taşlar işe yarar, bina olur, kaldırım olur, baraja set olur. Taşlaşmış kalpler ise hem işe yaramaz, üstelik de taşları başları yarmak için kullanır.
Satırlarımızı taş gazeli şairimizin bir beyti ve bir âyetle sonlandıralım:
Taş, taş değil, bağrındır taş senin,
Söyle nereni nasıl yaksın bu ateş senin.
“Allah’ın göğsünü, İslama açtığı kimse artık Rabbinden gelen bir nur üzerinde değil midir? Allahın zikrine karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun.” (Zümer, 22)
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 2011 - Mayıs, Sayı: 303, Sayfa: 014