Aklı Başında Olanlar Nerede?
Geçen sekiz binyılda neler olup neler bitti, hangi evrelerden bugüne geldik, hayatın bize sunduğu imkânlarla barışık bir hayatımız oldu mu?
Varlığın künhüne vakıf olmanın kendine özgü bir yolu yordamı vardır. Sözümüz gönle hitap etmekte olup gayrıya diyecek bir lafımız olamaz. Aklı başta olanlar nerede?
Elimizde fener gün ışığında dolaşıp duruyor, sözün pazarında hikmet tezgâhı açıyoruz. Yol böyle edep, erkan, çile, insanı bilmek bulmak bağlamında ilmek ilmek dokuyoruz. Yunus Emre Hz. bunu şöyle dile getiriyordu: “hamdım, yandım, piştim.”
Bu nasıl olacak?
Kendimize dönerek bazı işaret levhalarını tespit etmemiz gerekiyor ki onları şöyle sıralayalım: ilgi, şüphe, zan, inanç, iman. Merak uyandıran hayatın sırlarına elimizle dokunmanın erdemine inanmalıyız önce. Başta kendi varlığımız olmak üzere diğer varlıkları ilgi ile takip ederek buradan hareket ederek yeni dünyaların sırlarını keşfetmeliyiz. Yaşımız ne olursa olsun muhakkak öğrenilecek olgular vardır. Vurdumduymaz, kapalı, iki lafı bir araya getiremeyen, kendine ve âleme kapalı olan insanın merhale alması imkânsızdır. Cevval bir akıl, çelik irade ve öğrenme aşkı insanı polatlandıracak ve hikmete gark edecektir.
Yunus Emre Hazretleri'nin diliyle şöyle desek;
Ben bu canı canana,
Kurban etsem gerektir.
Dost aşkını sineme,
Mihman etsem gerektir.
*
Mest ede aşkı beni,
Bırakıp aklı canı,
Geçip kevnü mekanı,
Seyran etsem gerektir.
İlahilerde bulduğumuz derin hikmetleri sadece dünün dünyasını ait zannetmemeliyiz. Hayatı yorumlamada köklerden yararlanmanın meydana getirdiği bu anlayış sanki “eski olursa değerli olur” fikrine yol açmakta bundan da zaman zaman olumsuz düşünceler çıkabilmektedir. İş dönüp dolaşıp kendimize geliyor, oraya gidiyoruz buradan dönüp geliyoruz ama bir bakıyoruz ki kendi eşiğimizin önündeyiz.
Akıl malzemeleri olarak adlandırdığım temel bazı olgular var ki bunların şekillendirilmesi insanın varlığının şartıdır. Eğer bu özverili çaba yapılmayacak olursa ne olur? Vahim tabloyu görmek için kendimize bakmak ve içinde bulunduğumuz demleri yad etmek lazım.
İnsan ne yapıyor? İş dönüp dolaşıp kendimize geliyor oraya gidiyoruz buradan dönüp geliyoruz ama bir bakıyoruz ki kendi eşiğimizin önündeyiz.
Unutmak ve hatırlamak!
Varlığımızı kuşatan iki temel öge bunlar. Sosyal yapımızı oluşturan dil, düşünce, emek, estetik formların içinden doğduğu psikolojik evre ve ruhun bir türlü tariflenemeyen o geniş alanı yine gelip durduğumuz yer “zıtlar arası ahenk sırrı” evet hayat enerjisinin kendisine kaynaklık olan sırrın bu olduğuna inanıyorum.
Akıl malzemeleri olarak adlandırdığım temel bazı olgular var ki bunların şekillendirilmesi insanın varlığının şartıdır. Eğer bu özverili çaba yapılmayacak olursa ne olacağını görmek için kendimize bakmak, içinde bulunduğumuz demleri yad etmek lazım.
Tarih bilgisi şart.
Yazılı tarih bizi altı bin yıl öncesine götürür, geçen sürecin insanoğluna neler kattığını öğretir. İki bin yıllık sözlü kültürü buna ilave edecek olursak insanlık için sekiz bin yıl gibi bir kronolojik zaman dilimine sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Geçen sekiz binyılda neler olup neler bitti, hangi evrelerden bugüne geldik, hayatın bize sunduğu imkânlarla barışık bir hayatımız oldu mu?
Sorularla dolu hayatın içine kendimizi ilgilendirecek gerçekçi sorular katmak zorundayız, yoksa bilgi kirliliği önümüzü kapatacak, varlığımıza gizlenen o hikmete ulaşmamız mümkün olmayacaktır.
Dört önemli ilkeyi sıralamak istiyorum:
- Hikmet
- Adalet
- Cesaret
- İffet
Temel olarak varlığı seçmemiz gerekir.
Varlık nasıl oluyor da dilimizde temel bir referans haline gelebiliyor?
Tarif ettiğim varlık olgusu Allah’a atıfla mânâlandırılan bir hakikat olarak anlamlıdır. İlahi kadim bir bakış olan bu durumun üzerinde eğilmek günlük gıllıgış şeytani iğvâlardan uzak kalmakla anlamlıdır. Hz. Mevlana “eşek gelmiş, öküz gitmiş” meselesinde olduğu gibi hakikati bizimle paylaşırken, hala buna bigâne kalmak ne acıdır. Cilalı imaj devrinin safsatalarına inanmak ne idüğü belirsiz olan sözlerden mânâ çıkarmak müşküldür.
Ülkemiz genelinde oluşturulan fikir hareketlerinin düzeysizliğine şaşırmıyorum. Dağarcığında malumat olan aklı evvellerin incir çekirdeğini doldurmayan sözlerine artık bir dur demenin vakti geldi. Bilgi düzeyinin hayatla örtüşmeye başladığı bazen da hayatın önüne düşüp yol gösterici olmaya başladığı günlere ulaştık. Düne kadar kendimize konu edindiğimiz mevzuların ne gereksiz işler olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bir ara Japonya modeli ile yatıp kalkan insanlar vardı şimdi onlar nerede? İnsanımızı kendi olmaya davet etmek varken yolu uzatıp Japonya’ya kadar insanımızı yormanın ne gereği vardı?
Kendimizi inşa etmek ve bunun üzerine yenidünyalar kurmak ne zor ve ne saadet…
Kaynak: Ali Büyükçapar, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465