Âl-i İmrân Suresi 169. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Âl-i İmrân Suresi 169. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 169. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Âl-i İmrân Suresi 169. Ayetinin Arapçası:
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
Âl-i İmrân Suresi 169. Ayetinin Meali (Anlamı):
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar.
Âl-i İmrân Suresi 169. Ayetinin Tefsiri:
Şehitler Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşettiği husûsî bir hayatla
diridirler. “Rableri yanında rızıklanmaktadırlar” (Âl-i İmrân 3/169) ifadesinden
anlaşıldığına göre Allah’a yakın bir mevkî elde etmişler ve orada akla hayâle
gelmez cennet nimetleriyle ikram olunmaktadırlar. Ölümden sonra sâlihlerin
rûhları cennetteki güzel makâmlarını görüp sevinir, kötülerin rûhları da
cehennemdeki yerlerini görüp elem ve ızdırap duyarlar. Şehitler ise yüce
makamlarını görmekle kalmaz, Allah katında dünyadaki insanların topladığı
şeylerden çok daha kıymetli ve daha büyük nimetlere mazhar olurlar. Resûlullah (s.a.s.)
bu hususta şöyle buyurur:
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa
dahî dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü ileri derecedeki
itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı
ister.”
Bir
rivayette: “Şehitliğin faziletini gördüğü için” buyrulmuştur. (Buhârî,
Cihâd 21; Müslim, İmâre 109)
Fahr-i
Kâinat Efendimiz, diğer bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“…Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden[1]
geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allah yolunda şehîd olmak, sonra diriltilip
tekrar şehîd olmak yine diriltilip tekrar şehîd olmak isterdim.” (Buhârî,
Îman 26; Müslim, İmâre 103, 107)
Âyet-i
kerîmeden anlaşıldığına göre şehîdler hakkında konuşurken saygısız ifadeler
kullanmamalı, onlardan hürmet ve ihtiramla bahsetmelidir.
Şehîdler,
kendilerine lûtfedilen nimetlere sevindikleri gibi geride bıraktıkları
mü’minler ve özellikle kendilerinden sonra şehîd olacak kişiler için de sevinir
ve bunu onlara müjdelemek isterler. Çünkü kendileri gibi onlar için de hiçbir
korku ve hüzün olmadığını ve onlara da muazzam nimetler lûtfedileceğini öğrenmiş,
Allah’ın mü’minlerin ecrini eksiksiz verdiğini ayan beyân görmüşlerdir. Şehitler
öylesine büyük bir fedâkârlık rûhu taşımaktadırlar ki, kardeşlerinin iyiliğine,
kendi iyiliklerinden önce sevinmektedirler.
Câbir
b. Abdullah (r.a.) şöyle anlatır:
“Bir
defâsında ben üzüntülü bir haldeyken Resûlullah (s.a.s.)’le karşılaşmıştık.
Bana:
«–Seni niye böyle üzgün görüyorum?» buyurdu.
«–Babam
Uhud’da şehîd düştü. Geriye bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de
borç bıraktı” dedim.[2]
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.):
«–Allah’ın babanı nasıl karşıladığını sana müjdeleyeyim mi?» buyurdu. Ben:
«Evet!» deyince şöyle devam etti:
«–Allah, hiç kimseyle yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından
konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz yüz yüze konuştu:
“–Ey kulum, benden ne dilersen iste, vereyim!” buyurdu. Baban:
“–Ey Rabbim, beni dirilt, senin yolunda tekrar şehîd olayım!”
dedi.
Allah Teâlâ:
“–Ama ben daha önce, «Ölenler artık dünyaya geri dönmeyecekler!»
diye hükmettim” buyurdu. (Tirmizî, Tefsir 3/3010)
Baban da:
“–Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!” dedi.
Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu…»
Daha
sonra Resûlullah (s.a.s.) şehîdlerle ilgili olan bu âyet-i kerîmeleri tilâvet
buyurdu. (İbn Mâce, Mukaddime 13/190)
Allah
Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Uhud’da kardeşleriniz isabet alıp şehîd edilince Allah Tealâ onların
ruhlarını alıp yeşil kuşlar hâline getirdi. Şehîdlerin rûhları cennet
nehirlerine gelir, cennet meyvelerinden yer ve arşın gölgesindeki altundan
kandillere gelirler. Şehîdler yeme-içmelerinin hoşluğunu, gezdikleri ve
kaldıkları yerlerin güzelliğini görünce:
«–Cihaddan ayrı kalmamaları ve savaştan korkmamaları için, bizim
cennette hayatta olup türlü nimetlerle rızıklandığımızı kardeşlerimize kim
ulaştıracak?» dediler. Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Tealâ:
«–Ben bunu sizin adınıza onlara haber veririm» buyurdu ve bu
âyet-i kerîmeleri Rasûlü’ne indirdi.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 25/2520; Müslim, İmâret 121)
Buradan
anlaşıldığına göre müslümanlar, kardeşlerinin iyiliğine kendi iyiliklerinden
daha çok sevinmelidirler. Zira öncelikle şehîdlerin, kardeşlerine ihsân edilen
nimetler sebebiyle sevindikleri bildirilmiştir.
171. âyette
“nimet” ve “fadl” kelimeleri nekre olarak gelmiştir. Bu da Allah’ın şehîdlere
ve mü’minlere lûtfedeceği nimetlerin ne kadar büyük ve kıymetli olduğunu
bildirmek ve insanların bunu idrak etmesinin zorluğuna işaret etmek içindir.
Görüldüğü üzere
Allah Teâlâ, mü’minlerin mükâfâtını kat kat fazlasıyla vermektedir. Ancak
Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu bu mü’minlerin bazı vasıfları taşıması lâzımdır. Bu
vasıflar şöyle beyân edilir:
[1] Seriyye: Savaşmak
için gönderilen en küçük askerî birlik.
[2] Allah
Resûlü (s.a.s.), Câbir (r.a.)’a her hususta dâimâ yardımcı olmuştur. Meselâ, Zâtürrikâ
gazvesinden dönerken, Hz. Câbir’in ihtiyaçlı olduğunu öğrenince, devesini satın
almış, Medine’ye varınca da ücretiyle birlikte deveyi de iâde etmiştir. (Buhârî, Cihâd 49; Büyû’ 34; Müslim, Müsâkât 109; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, III, 303) Yine borcunu ödeyebilmesi için
bahçesine giderek malını bereketlendirmesini Allah’tan niyâz etmiş, Allah
Resûlü’nün bu duası neticesinde Hz. Câbir’in hurmaları mûcizevî bir şekilde
bereketlenerek bütün borçlarına kâfi gelmiştir. (Buhârî,
Vasâyâ 36; Müslim, Müsâkât 109)
Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Âl-i İmrân Suresi 169. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...