Âl-i İmrân Suresi 186. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 186. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 186. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Âl-i İmrân Suresi 186. Ayetinin Arapçası:

لَتُبْلَوُنَّ ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَذًى كَث۪يرًاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ

Âl-i İmrân Suresi 186. Ayetinin Meali (Anlamı):

Mallarınız ve canlarınız husûsunda mutlaka imtihan edileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve günahlardan sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim işlerdendir.

Âl-i İmrân Suresi 186. Ayetinin Tefsiri:

Cenâb-ı Hak, mü’minleri malları ve canları hususunda devamlı imtihana tâbî tutar. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan ve malından belâ eksik olmaz.” (Tirmizî, Zühd 57/2399; Ahmed b. Hanbel, Müsned,  II, 287, 450; Muvatta’, Cenâiz 40)

Ashâb-ı kirâm da gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde pek çok imtihanlardan geçmişlerdi. Bir taraftan yahudilerin, 181 ve 183. âyetlerde gördüğümüz gibi Allah ve Rasûlü hakkındaki ağır sözleri ve şiirleriyle üzülüyor, bir taraftan da müşriklerle mücâdele ediyorlardı. Yahudi şâir Ka‘b b. Eşref, Peygamberimiz (s.a.s.)’i alaya alan ve kötüleyen şiirler söyler ve Kureyş müşriklerini onun aleyhine tahrik ederdi. Kureyş’in müşrik şâirleri de Allah Resûlü aleyhine şiirler söyler, insanları aldatarak doğru yoldan uzaklaştırırlardı. Öyle ki, sonunda Ensâr’ın en güçlü şâiri Hassân b. Sâbit (r.a.), müşrikleri hicvetmek için Resûlullah (s.a.s.)’den izin istemş, o da izin vermişti. (Buhârî, Menâkıb 16; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 156-157).

O devirde şiir, günümüz medyasına denk bir tesir gücüne sahipti.

Ehl-i kitap ve müşrikler Resûl-i Ekrem Efendimiz’e ve ashâbına bu şekilde eziyet ederlerken Allah Teâlâ, onlara sabrı, takvâyı ve affı emretmişti. Resûlullah (s.a.s.), Bedir savaşından önce bir gün, hasta olan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyârete gitmek üzere bir merkebe binmiş, Üsâme b. Zeyd’i de terkisine almıştı. Yolda, münafık başı Abdullah b. Übey’in de bulunduğu bir meclise uğradı. Abdullah o sırada henüz “müslüman oldum” diyerek bey’at etmemişti. Küfrünü açıkça ortaya koyuyordu. Meclis; müslümanlar, yahudiler ve puta tapan müşriklerden oluşuyordu. Abdullah b. Revâha (r.a.) da oradaydı. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in bineğinin tozu meclise ulaşınca, Abdullah b. Übey burnunu elbisesinin ucuyla kapatarak:

“−Bizi tozutma!” dedi.

Allah Resûlü (s.a.s.) onlara selâm verip durdu, bineğinden indi, onları Allah’a imana davet etti ve kendilerine Kur’ân okudu.

Abdullah b. Übey:

“–Be hey adam! Bunları söylemekle iyi yapmıyorsun. Eğer söylediklerin doğruysa meclisimizde bize eziyet verme, git evine, seni dinlemeye gelenlere bunları anlat!” dedi.

Abdullah b. Revâha (r.a.):

“–Bilâkis ey Allah’ın Rasûlü, sen bizim meclislerimize gel, biz bunu çok seviyor ve istiyoruz” dedi.

Müslümanlar, müşrikler ve yahudiler atışmaya başladılar. Neredeyse birbirlerine hücûm edeceklerdi ki, Allah Resûlü (s.a.s.) onları sâkinleştirdi. Gerginlik bitince, Resûlullah (s.a.s.) hayvanına binip yoluna devam etti ve Sa‘d bin Ubâde’nin yanına geldi. Ona bu hâdiseden bahsetti. Sa‘d (r.a.):

“–Yâ Resûlallah! Onu affet, hoş gör! Sana kitâbı indiren Allah’a yemin ederim ki, Allah seni peygamber olarak gönderdiğinde bu belde halkı onu başkan yapmak ve başına krallık tâcını giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah seni hak dîn ile gönderip onun krallığını suya düşürünce, buna çok üzüldü, âdeta yeryüzü ona dar geldi ve nefes alamaz oldu. Herhâlde bu yaptıkları ondandır” dedi.

Allah Resûlü de Abdullah b. Übey’in davranışını affetti. Bu hâdise üzerine 186. âyet-i kerîme nâzil oldu. Peygamber Efendimiz ve ashâbı, savaşa izin veren âyetin inişinden önce, müşriklerden ve Ehl-i kitaptan gördükleri bu nevî eziyetlere sabreder ve emrolundukları üzere onları affederlerdi. (Buhârî, Tefsir 3/15)

Kötülüğe, aynıyla karşılık vermek, kötülüklerin artmasına sebep olur. Bundan dolayı Allah Teâlâ, dünya zararlarını azaltmak için sabrı, âhiret zararlarını azaltmak için de takvâyı emretmiştir. Bu durumda âyet-i kerîme, dünya ve âhiretin tüm âdâbını öz olarak ifade etmektedir. (Râzî, IX, 105)

Âyetin sonunda, hayattaki imtihanlar ve gayri müslimlerin eziyetleri karşısında gösterilecek sabır ve takvânın, mutlaka yapılması gereken, son derece ehemmiyetli, şerefli, azim ve sebat gerektiren işlerden olduğu beyân edilmektedir.

Allah Teâlâ’nın tecrübe ve imtihan ile bir şeyi öğrenmekten münezzeh ve beri olduğu herkesçe mâlumdur. Bu gibi âyetlerde imtihan etmek mânasına kullanılan kelimeler, “imtihan muamelesi yapmak” anlamında bir istiâredir. Bunun nüktesi de insanlara, ilmî tecrübenin ne kadar mühim olduğunu ve her harekette tecrübenin esas alınması gerektiğini anlatmaktır. (Elmalılı, Hak Dini, II, 1251)

İster naklî ister naklî ister tecrübî olsun faydalı ilim sahibi olmak çok önemli ve faziletli bir iştir. Bundan daha önemlisi, o ilmi amele yansıtmak ve özellikle buna ihtiyacı olan başka insanlara da öğretmektir:

Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 186. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.