Âl-i İmrân Suresi 191. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Âl-i İmrân Suresi 191. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 191. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Âl-i İmrân Suresi 191. Ayetinin Arapçası:
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Âl-i İmrân Suresi 191. Ayetinin Meali (Anlamı):
O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!” derler.
Âl-i İmrân Suresi 191. Ayetinin Tefsiri:
Önceki âyet ulûhiyetin, bu âyet de kulluğun kemâline delâlet
etmektedir. Zira insan; ayaktayken, otururken, yatarken, çalışırken, istirahat
ederken, yâni her hâlinde kalbiyle, zihniyle, diliyle ve âzâlarıyla zikir,
tefekkür ve ibâdet hâlinde olabilirse, akl-ı selîm sahibi bir mü’min kıvâmına
erme yolunda mesafe almış sayılır.
Buradaki “zikir”den maksadın “namaz” olduğunu söyleyen âlimler vardır.
Yani mü’min, gücü yettiği sürece ayakta, yorulunca oturarak, hasta ise yattığı
yerden, yâni her hâlükârda çokça namaz kılmaya teşvik edilmiştir.
Göklerin ve yerin büyük bir âhenk içinde ve sağlam bir şekilde
yaratılışını derin derin tefekkür edip, onlardaki hikmet ve sırlara âşinâ
olmaya çalışmak, kulluk şuuruna erme bakımından büyük bir ehemmiyete sahiptir.
Böyle bir tefekküre dalan insan, Allah’ın azamet ve kudretini idrak ederek
hikmeti anlamaya başlar. Allah’ın gökleri, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları
oyun eğlence olarak, gâyesiz, nizamsız, dayanıksız ve boş yere değil (bk. Enbiyâ’
21/16; Sād 38/27; Duhân 44/38) gerçek bir gaye ve hikmetle yarattığını (bk.
Hicr 15/85; Ahkāf 46/3) kavrar. Bu şekilde Allah’ın yaratıkları üzerinde
tefekkür ederek azamet-i ilâhîyeye yaklaşan insan, hemen Allah’a ilticâ eder ve
hayatını, âhirete göre tanzim edip büyük hesap gününe hazırlık yapmaya başlar.
Ziyâ Paşa ne güzel söyler:
“Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yâ Rab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem.”
“Kâinat kitabının her sayfasında ve milyarlarca ağacın her
yaprağında binlerce ilâhî mârifet dersi okunur. Yâ Rabbi! Kâinat mektebi
gerçekten ne güzel mektep olur, o mektepteki dersleri anlayabilecek akıl, idrak
ve irfanı olanlar için.”
Ebû Süleyman Dârânî şöyle der:
“Evimden çıkıyorum, gözümün iliştiği her şeyde Allah’ın bana olan
bir nimetini görüyorum. Hiç değilse ondan bir ibret alıyor, ders çıkarıyorum.”
Hasan Basrî Hazretleri şöyle buyurur:
“Bir müddet tefekkürde bulunmak, bütün bir geceyi şuursuzca ibâdet
ederek geçirmekten daha hayırlıdır.”
“Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini
gösterir”.
Îsâ (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Sözü nasihat, sükûtu tefekkür ve bakışı ibret olan kimselere
müjdeler olsun!”
Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir:
“Allah -azze ve celle- Hazretleri’ni zikrederek konuşmak çok güzel
bir davranıştır. Allah’ın nimetleri üzerinde tefekkür etmek ise ibâdetlerin en
faziletlisidir.”
Hikmet ehli şöyle demişlerdir:
“Kim dünyaya ibret almadan bakarsa, kalb gözünde bu gafleti
nisbetinde bir körelme hâsıl olur.”
Bişr b. Hâris el-Hâfî Hazretleri şöyle buyurur:
“İnsanlar Allah Teâlâ’nın azameti hakkında tefekkür etseler, O’na
isyân edemez, günah işlemezler.”
Âmir b. Abdi Kays da der ki:
“Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’in ashâbından bir değil, iki değil, üç
değil, pek çok kişiden işittim, şöyle buyuruyorlardı: «İmanın ışığı veya imanın
nûru tefekkürdür.»” (Bu sözler için bk. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 438)
Gökler ve yer hakkında düşünerek azamet-i ilâhîye karşısında
hayran kalan mü’minler, tefekkürlerine dua ve ilticâyı da katarak ibâdetlerine
büyük bir huşûyla devam ederler.
سُبْحَانَكَ (sübhâneke) ifadesi,
insan aklının, göklerin ve yerin yaratılışındaki Allah’ın hikmetlerini idrakten
âciz kaldığını ikrar ve tasdik etmektir. Allah Teâlâ bunları boş yere
yaratmamış, her ne kadar aklımızla idrak edemesek de bunları yüce hikmetler ve
engin sırlarla vücûda getirmiştir. Ayrıca “sübhân” kelimesinde “bütün mahlukatı
tarafından hiç aralıksız tesbih edilen zat” anlamı da vardır. Zira pek çok
âyet, yerde ve gökte bulunan her şeyin aralıksız ve kesintisiz olarak Allah’ı
tesbih ettiğini haber vermektedir. (bk. İsrâ 17/44; Hadid 57/1; Saff 61/1; Cuma
62/1; Teğabün 64/1)
Dua etmek isteyen kişi, âyette olduğu gibi önce zikir ve tefekkürle
huşûya ermeli, ardından Allah Teâlâ’yı senâ etmeli, daha sonra da talebini
zikretmelidir.
Bu âyette, temiz ve tam akıl sahibi kimselerin vasıfları
zikredilmiştir. Kişi ne kadar zikir, tefekkür ve Allah’a ilticâ hâlinde
bulunabilir, etrâfındaki ilâhî sanat hârikalarından ibret alabilirse, o kadar
akl-ı selîm sahibi sayılır.
Aynı zamanda bu âyet, müslümanları mahlûkât üzerinde tefekküre
sevk ederken; hem Fizik, Kimyâ, Astronomi gibi tabiat ilimlerinin incelenmesini
teşvik etmekte, hem de bu araştırmada bulunanlara büyük bir ders vermektedir.
Cehennemden korunmak için Allah’a yalvaran akıllı mü’minler dua ve
ilticâlarına şöyle devam ederler:
Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Âl-i İmrân Suresi 191. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR