Âl-i İmrân Suresi 61. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 61. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 61. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Âl-i İmrân Suresi 61. Ayetinin Arapçası:

فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

Âl-i İmrân Suresi 61. Ayetinin Meali (Anlamı):

Sana gerçek bilgi geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında münâkaşa ederse onlara de ki: “İddianızda samimi iseniz gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı, öz nefislerimizi ve öz nefislerinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.”

Âl-i İmrân Suresi 61. Ayetinin Tefsiri:

Bu âyet-i kerîme “mübâhele âyeti” olarak bilinmektedir. “Mübâhele”, bir konuda haklı olanın ortaya çıkması için karşılıklı lânetleşmek demektir. Âyet, Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz’in, Medine’ye gelen Necran hıristiyanları heyetini, Hz. İsa’yla alakalı sahip oldukları yanlış itikatlarından vazgeçirmek üzere davet ettiği bir lânetleşmeden bahseder. Özellikle bu âyetin, genelde ise bu sûrenin başından itibaren bir rivayete göre otuz küsür, bir rivayete göre de 83 âyetin nüzûlüne sebep olan hadise özetle şöyle vuku bulmuştur:

Necran hıristiyanları heyeti altmış kişi olarak Resûlullah (s.a.s.)’e geldiler. İçlerinde Akıb heyetin başkanı, Seyyid vezirleri ve Ebu Hârise piskoposları idi. Bunlar ikindi namazı kılınırken Medine-i Münevvere’ye geldiler ve Mescid-i Nebevî’de Peygamberimiz’in yanına girdiler. Kendi namaz vakitleri gelince Mescid-i Nebevî’de namaz kılmak üzere kalktılar. Efendimiz: “Bırakınız kılsınlar” buyurarak müsaade etti. Onlar da Mescid’de doğuya doğru yönelerek namazlarını kıldılar. Allah Resûlü (s.a.s.), yukarıda isimleri geçen Akıb, Seyyid ve Ebu Hârise ile konuştu. Onlar, “İsa Allah’tır, İsa Allah’ın oğludur, İsa üçün üçüncüsüdür” dediler ve sözlerini şöyle delillendirdiler:

“- İsa Allah’tır; çünkü o ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, gâibden haber verir, çamurdan kuş şekli yapar, ona üfürür, o da kuş olurdu.

- O Allah’ın oğludur; çünkü onun, bilinen bir babası yoktur. Kendisinden önce Âdem oğlundan hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmış, beşikte konuşmuştur.

- O, üçün üçüncüsüdür; çünkü Allah Tealâ’nın, “yaptık, ettik, emrettik, yarattık, hükmettik” şeklindeki çoğul ifadeleri buna delildir. Şayet Allah bir olsaydı tekil sigasıyla “yaptım, hükmettim, emrettim, yarattım” derdi. Dolayısıyla Allah; bizatihî kendisi, İsa ve Meryem’den ibarettir.”

Allah Resûlü onlardan İslâm’ı kabul etmelerini istedi. Onlar, kendilerinin önceden beri müslüman olduklarını söylediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.): “Yalan söylediniz. Halbuki Allah’a oğul isnad etmeniz, haça tapmanız ve domuz eti yemeniz sizin müslüman olmanızı engelliyor” buyurdu. Peygamber Efendimiz bundan sonra, Allah Teâlâ’nın ebedi, hayy ve kayyûm, rezzâk, yaratan, dilediği gibi şekillendiren olduğuna, Hz. İsa da ise bunların hiçbiri bulunmadığına, dolayısıyla Hz. İsa’da bir uluhiyet vehmetmenin asla mümkün olmadığına dair açık deliller getirdi. Onlar bu gerçekleri tanımamakta ısrar edince, Allah Resûlü:

“Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-ı Hak bana, sizinle lânetleşmemi emrediyor” buyurdu. Onlar:

“- Ey Ebu’l-Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp, bu hususu aramızda konuştuktan sonra tekrar sana gelelim” dediler. Gidip aralarında istişare ettiler. İçlerinden söz sahibi olan biri onlara şu câlib-i dikkat nasihati verdi:

“- Ey hıristiyan topluluğu, Allah’a yemin ederim ki, siz Hz. Muhammed’in bir peygamber olduğunu anladınız. Yine O’nun, Hz. İsa hakkında gerçek bilgileri getirdiğine de yemin ederim. Allah’a yemin ederim ki, herhangi bir peygamberle lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır, ne çocukları büyür, hepsi mahvolur. Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz ve nesliniz kurur ve tükenir. Fakat bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hali sürdürmek isterseniz, o adamla anlaşıp memleketlerinize geri dönmenizi tavsiye ederim.”

Bu esnada, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı. Torunları Hüseyn’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuş, Fatma Peygamberimizin, damadı Ali de Fatıma’nın peşindeydi. Peygamberimiz: “Ben dua ettiğim zaman, siz amin! deyin” buyuruyordu. Bunun üzerine Necrân piskoposu:

“-Ey hıristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah’tan bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür. Binâenaleyh, lanetleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde, kıyamete kadar tek bir hıristiyan kalmaz” dedi. Bunun üzerine heyet Peygamberimiz’le lânetleşmemeye karar verdiler. Allah Resûlü onları tekrar müslüman olmaya davet etti, kabul etmediler. O zaman Efendimiz: “En kısa zamanda sizinle savaşıp, işinizi bitireceğim” buyurunca, onlar, “Bizim, Araplarla savaşacak gücümüz yok. Fakat bini Safer bini de Recep ayında olmak üzere, ikibin takım elbise ile, demirden yapılmış normal otuz zırh vermek üzere bizimle savaşmaman ve bizi dinimizde serbest bırakman şartıyla seninle anlaşma yapmak istiyoruz” dediler. Resûlullah (s.a.s.) onlarla, bu şartlar altında anlaşma yaptı ve şöyle buyurdu:

“Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, helak o Necrânlılara son derece yaklaşmıştı. Eğer lanetleşmeye girmiş olsalardı, maymunlar ve domuzlar haline getirileceklerdi. Bu vadi ateş olup onları yakacak, Allah Necrân halkının kökünü kurutacaktı. Ağaçların tepelerindeki kuşları bile yok olacaktı. Bir yıla kalmayacak bütün hıristiyanlar helak olacaklardı.” (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, III, 407-409; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VII, 134-135; VIII, 71)

Netice itibariyle:

Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 61. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.