Alak Suresi 7. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Alak Suresi 7. ayeti ne anlatıyor? Alak Suresi 7. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Alak Suresi 7. Ayetinin Arapçası:

اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ

Alak Suresi 7. Ayetinin Meali (Anlamı):

Rabbinden bağımsız bir şekilde kendisini kendisine yeterli görünce!

Alak Suresi 7. Ayetinin Tefsiri:

Cenâb-ı Hakk’ın yaratma, ilim öğretme gibi en mühim ikramlarını unutan insan Rabbini de unutur ve bütün bunları kendisinden zanneder. Kimseye muhtaç olmadığını düşünür. Hatta maddi mânevî her şeyinin bütünüyle kendisine bağlı bulunduğu Rabbini de unutur. Ona da muhtaç olmadığı gafletine kapılır. Bunun en açık göstergesi, Allah’ı temsil eden Peygamberi yalanlaması ve Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı reddetmesidir. Böylece kibir ve gurura kapılarak azgınlık yapmaya başlar. Çıkmaz sokaklarda helâk olur. Kur’ân-ı Kerîm İblîs, Kârun ve Bel‘âm gibi “malımı, makâmımı ve ilmimi kendim çalışarak kazandım” diyen bedbahtları buna misal vermektedir.

Hz. Mevlânâ’nın anlattığı şu ibretli hikâye insanın içine düştüğü bu gaflet hâlini ne güzel ifade eder:

“Küçük bir fâre bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula  gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden: «Ben ne büyük bir pehlivanmışım, bir yiğitmişim» diye böbürleniyordu. Deve fârenin bu düşüncesini anladı: «Hoş, şimdi ben sana, senin gerçek mahiyetini göste­ririm» dedi. Gide gide kocaman bir filin bile geçemeyeceği büyük bir nehrin kenarına geldiler. Fâre orada durdu; şaşırıp kaldı. Deve; «Ey dağda, ovada bana arkadaş­lık eden!» dedi. «Neden durakladın? Neden şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzumsun, öncümsün. Yol ortasında böyle şaşırıp kal­ma, susma!» Fâre; «Arkadaş!» dedi «Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.» Deve: «Dur bakalım suyun derinliği ne kadarmış?» diyerek hemen nehrin içine ayağını bastı. «Ey kör fâre!» dedi, «Su diz boyu imiş, ne diye şaşırdın, aklın başından gitti?» Fâre dedi ki: «Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Ey hünerli deve! Su sana diz boyu ama, benim başımı yüz arşın geç­mede.» Deve: «Öyleyse» dedi «bir daha terbiyesizlik etme ki; onun kıvılcımı ile bedenin ve canın yanmasın! Sen, kendin gibi fârelerle boy ölçüş; fakat fârenin deveye söylenecek bir tek sözü bile olamaz!» Fâre: «Tövbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir! diye yalvardı. Deve ona acıdı da: «Haydi» dedi «sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Ben senin gibi yüz binlercesini geçiririm.»[1]

Ey gafil insan! Mademki peygamber değilsin, ötelerden haber alamıyorsun, sana uyanlar da yok; bu yolda haddini bil, geri kal! Büyük bir velînin arkasından yürü ki, bir gün nefsaniyet kuyusundan çıkıp Hz. Yûsuf gibi bir mâna padişahı olasın. Mademki bir mâna padişahı olamadın, hiç değilse sadık bir kul ol! Mademki gemici değilsin, gemi kullanmaya kalkışma! Mademki alış verişten anlamıyorsun, bu işte olgun değilsin, yalnız başına dükkan açma! Nefsanî arzulardan elini yıka, temizle; sonra iyi işler hamurunu açmaya bak!” (Mevlânâ, Mesnevî, 3436-3455. beyitler)

Bu misâle göre bir damlacık sudan, rahme tutunmuş basit bir maddeden yaratılıp neticede en güzel biçimi alan insan, ilâhî kudret karşısındaki hiçlik ve acziyetini hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü her ferdin dönüşü mutlaka ve kaçınılmaz olarak Rabbine olacaktır. Bu dönüş ihtarı, Hak âşığı ârif kullar için bir vuslat müjdesi iken, gâfiller için büyük bir ikaz ve tehdittir.

Birbirine zıt bu iki grubun durumunu aydınlatmak üzere buyruluyor ki:

[1] Bu hikâyede fâre; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolü olduğu gibi; deve de sabırlı, tecrübeli, olgun bir insanı göstermektedir.

 

Alak Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Alak Suresi 7. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.