Ali İmran Suresi 92. Ayet Ne Anlatıyor?
Her Müslüman, “Kur’ân-ı Kerim’e tâbiyim” der. Ancak, Ashâb-ı Kiram’dan öğreniyoruz ki asıl mesele, bir âyet duyduğunda malını feda edecek kadar tabi olmaktır. İşte duyduğu bir ayet üzerine servetini bağışlayan sahabi ve ibretlik kıssası...
Bir gün Ashâb-ı Kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular: َلنْ تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâline) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen Ashâb-ı Kirâm, bu âyet-i kerîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâvetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek severdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi.
DUYDUĞU AYET ÜZERİNE SERVET BAĞIŞLADI
Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi: “–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.”
Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu: “–Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”
Ebû Talha: “−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi. Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu: “–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?” Ebû Talha: “–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” Diyerek, âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı.
Hanımının: “−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de: “−İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi: “–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet ikliminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, Erkam Yayınları, İstanbul 2008