Alimin ve Zenginin Şükrü Böyle Olur!

Allah  teâlâ ve tekaddes hazretleri; bazı kullarını ilim yoluna sevk eder, zihinlerini açar, hâfızalarını kuvvetlendirir; bazılarına da fazlasıyla helâlinden servet verir. İşte bu iki zümre bunun Cenab-ı Hakkın kendilerine bir nusret-i ilâhîsi olduğunu bilerek, kibirlenmeyip, tevâzû, sabır ve şükür yolunda sâbit olurlarsa felâha erenlerden olurlar.

Allah azze ve celle hazretleri buyurur:

“Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. Ölüm, zamanı Allah’ın ilminde kararlaşmış bir yazıdır. Kim dünya menfaatini isterse kendisine ondan veririz. Kim de âhiret nîmetini isterse ona da ondan veririz. Şükredenlere ise muhakkak mükâfat vereceğiz.” (Âl-i İmrân Sûresi / 145)

“Şükür eder, îman ederseniz Allah sizi niye azaba uğratsın! Hâlbuki Allah şükür edenlerin mükâfatlarını verici, onların ne yaptıklarını hakkıyla bilicidir.” (Nisa Sûresi / 147)

SABAHA ÇIKTIĞINDA "ŞÜKRET"

Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular:

“Kıyamet günü “Allah’a her hâl ü kârda şükredenler ayağa kalksın” diye çağrıda bulunurlar. Bu arada bir zümre kalkar. Onlar için sancak açılır ve bununla cennete girerler.

Gene bir sahabiye sordular:

Sabaha nasıl çıktın? Cevap verdi:

– Hayırla.

Rasûl-i Ekrem efendimiz aynı soruyu tekrarladı. Sahabi aynı cevabı verdi. Üçüncü tekrarında ise:

– Hayırla! Allah’a hamdederim, ona şükür ederim, dedi.

Salallahu aleyhi ve sellem:

– İşte senden dilediğim cevap bu idi, buyurdular.

ÂLİMİN VE ABİDİN ŞÜKRÜ

Alah  teâlâ ve tekaddes hazretleri; bazı kullarını ilim yoluna sevk eder, zihinlerini açar, hâfızalarını kuvvetlendirir. Bunların içinden büyük müfessirler, muhaddisler, fakihler, islâmiyete ve cemiyete fâideli bilgilerle mücehhez insanlar zuhur ettirir. Başkalarına nasip olmayan bilgilerle techiz eder.

Allah teâlânın bu lutf u keremine karşı bu zümre bunun Cenab-ı Hakkın kendilerine bir nusret-i ilâhîsi olduğunu bilerek, kibirlenmeyip, tevâzû, sabır ve şükür yolunda sâbit olurlarsa felâha erenlerden olurlar.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri bazı kullarına fazla ibâdet etmeğe müsait, zaman, sıhhat ve şevk ihsan eder. Farzlardan başka, diğer insanların yaptıkları nafile namaz, oruç ve emsali diğer ibâdetleri daha fazlasıyla edâ ederler. Bu âbidler yapdıkları fazla ibâdetleri kendilerinden görmeyip bunun Allah teâlânın bir ikramı olduğunu bilerek nefislerinde Kur’ân-ı Kerîm ahkâmını tatbikte ucba düşmeyerek tevâzû, sabır ve şükür yolunda sebatkâr olurlarsa felâha erenlerden olurlar.

Abdülkâdir Geylanî -kuddise sirruh- buyurur:

– Ey amelleri ile övünenler! Ey amellerine mağrur olanlar! Ey amelleri ile böbürlenenler! Ne de cahilsiniz! Ne de bilgisizsiniz! Eğer Allah’ın tevfiki olmasaydı, ne namaz kılmağa muktedir olabilirdiniz, ne oruç tutmağa, ne sabırlı olmağa. Sizler övünme mevkiinde değil, şükretme durumundasınız, övünmeye hakkınız yok, şükretme vazîfeniz var.

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri, bazı kullarına ittika yolunu gösterir, haram ve helâl üzerine tir tir titrerler. Cenab-ı Hakkı hem çok severler hem de çok korkarlar. Her hatt-ı hareketleri Kur’ân-ı Mübîn ahkâmına uygun olur.

Bu zümre de âcizliklerini îtiraf eder, bu meziyetleri verenin, Hak -celle ve alâ- hazretlerinin olduğunu bilerek, nefislerini hakir görerek tevâzû, sabır ve şükür yolunda devamlı olurlarsa felâha erenlerden olurlar.

SERVET SAHİBİNİN ŞÜKRÜ

Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri bazılarına fazlasıyla helâlinden servet verir. Buna nâil olan kimse, bu nîmetin hakîkî sahibinin Hâlık -teâlâ ve tekaddes- hazretleri olduğunu bilerek israftan kaçınmak sûretiyle verilmesi farz olan zekâtını verdikten başka müslümanlığın, memleketin ve mahlûkâtın hayrına, kibirlenmeden, engin gönüllü, seve seve, büyük bir ihlâs üzere, elindeki o meblağdan, Allah rızâsı için tasadduk ettiği takdirde kendisinden müslümanlık, cemiyet ve fertler istifâde eder, hem de o kimse Hâlık teâlânın rızâsını kazanmış olur.

Bu zengin kullar da malın hakîkî sahibinin Ce­na­b-ı Hak olduğunu îtiraf ederek, böbürlenmeyip, tevâzû, sabır ve şükür yolunu terketmezlerse Allah’ın izniyle felâha erenlerden olurlar.

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-1, Altınoluk Dergisi, 364. Sayı, Haziran 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.