Allah Dertlerini Satın Alır
Gençlik enerjisinin kullanılabileceği en güzel sahalardan biri de, Allah rızâsı için yapılacak hizmetlerdir. Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın bizleri mes’ûl kıldığı ictimâî kulluk vazifemizdir.
Mü’minin hayâtı, bütün yaratılmışlara hizmet sâyesinde, bereket, mânâ derinliği ve ulviyet kazanır. Hakîkî saâdet, Allah için başkalarına hizmet etmekle kazanılır.
Cenâb-ı Hak, biz kullarına sayısız nîmetler bahşetmiştir. Bu nîmetlerle mahlûkâtına hizmet etmemizi murâd etmektedir. Kendilerine lûtfedilen nîmet ve imkânlara rağmen, sadece kendi rahatını düşünerek hizmete koşmayanlar, meyvesiz bir ağaca benzerler.
Cenâb-ı Hak, hizmete büyük bir sır lûtfetmiştir. Allâh’a ibadet etmek için yaratılan insana hizmet, bir nevî Allâh’a ibadet makâmındadır.
Allah Teâlâ, dînine hizmet eden ve kullarının sıkıntılarına çâre olmaya çalışan kimselerin husûsî sıkıntılarına kefil olur. Bütün meşgûliyeti kendi derdinden ibâret olanları ise dertleriyle baş başa bırakır.
NEREDEYSE HELÂK OLACAKTIN!
Allah yolunda yapılması gereken bir hizmetten geri kalmak, kişinin mânen helâkine bile sebebiyet verebilir. Nitekim Ebû Hayseme -radıyallâhu anh- Tebük Seferi’nin zorluğu sebebiyle başlangıçta Medîne’de kalmış, yola çıkan İslâm ordusuna iştirâk etmemişti. Bir gün, bahçesindeki çardakta âilesi kendisine mükellef bir sofra hazırlamıştı. Ebû Hayseme bu manzarayı görünce bir an Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbının ne hâlde olduğunu düşündü. Yüreği sızladı ve kendi kendine:
“‒Onlar bu sıcakta Allah yolunda zorluklara katlanırken, şu benim yaptığım, olacak şey mi?!” dedi.
Bu nedâmetle sofraya hiç el sürmeden derhâl yola düştü, Tebük’te İslâm ordusuna yetişti.
Ebû Hayseme’nin geldiğini gören Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun bu davranışından memnun oldu ve:
“–Yâ Ebâ Hayseme! Neredeyse helâk olacaktın!..” buyurdu. Onun affı için Cenâb-ı Hakk’a duâ etti. (İbn-i Hişâm, IV, 174; Vâkıdî, III, 998)
Allah yolunda gayret, herkesin imkân ve kâbiliyetine göre değişebilir. Herkes aynı şeyden mes’ûl değildir. Kimi malıyla, kimi canıyla, kimi ilmiyle, kimi konuşmasıyla, kimi de beden kuvvetiyle, elinden geldiğince Allah yolunda çalışır.
Mescid-i Nebevî yapılırken, herkes kerpiçleri birer birer taşıyor, Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- ise, biri kendisi, diğeri de Peygamber Efendimiz için olmak üzere ikişer ikişer taşıyordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu görünce, üzerindeki tozları silkeleyerek:
“−Ey Ammar! Sen kerpiçleri niçin arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?” diye sordu. O da:
“−Allah’tan, bunun ecrini bekliyorum!” dedi. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz onun sırtını sıvazladı ve:
“−Ey Sümeyye’nin oğlu! Diğer insanlar için bir ecir var, senin için ise iki ecir var!” buyurdu. (Ahmed, III, 91; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 256)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları