Allah Dostlarının Edep Tanımı
Edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Bu, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmaktır ki, edebin en yücesidir. Bu mertebelere çıkan Allah (c.c) dostlarının edep tanımı...
(Edeb yâ hû) ifâdesi, kulu her bakımdan edebe dâvet eder.
Zîrâ edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Tasavvufun gâyelerinden biridir. Bu, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmaktır ki, edebin en yücesidir. İkinci edep, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşıdır. Cenâb-ı Hak, Hucurât Sûresi ve sâir sûrelerde mü’minlere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı edebi muhâfaza etmelerini hâssaten emreder.
Bu edepleniş, üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve böyle silsile hâlinde bütün mahlûkâta uzanır.
Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:
“Güzel edep, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- buyurur:
“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
ÜÇ HASLET VARDIR Kİ, BUNLARA SÂHİB OLAN MAHRUM KALMAZ
Yine buyrulmuştur ki:
Üç haslet vardır ki, bunlara sâhib olan mahrum kalmaz:
- Güzel edep sâhibi olmak,
- Edep ehliyle oturmak,
- Başkalarına eziyet etmemek.
Edebin husûsiyetini şâir ne güzel ifâde eder:
Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan,
Giy ol tâcı emîn ol her belâdan!..
Yûnus Emre Hazretleri de bu hakîkati şöyle dile getirir:
Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep,
Her hüner makbûl imiş; illâ edep, illâ edep...
Bu nükte sebebiyledir ki ehlullâhtan bazıları, tasavvufu “edepten ibârettir” şeklinde târif etmişlerdir.
Hâtem-i Esamm Hazretleri’nden şu misâl çok ibretlidir:
Zayıf, dertli, perişan bir kadınla konuşuyordu. Kadın, derdini yana yakıla anlatırken, o heyecan içinde çok çirkin bir ses duyuldu. Kadın mum gibi eridi, ezildi, bitti, mahvoldu. Öldürücü bir sükût... Şeyh, bir heykelden daha hissiz, muazzam bir vakarla kadına baktı:
“–Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum, yüksek sesle konuşunuz, bağırınız! Ben sağırım!” dedi.
Suçunun gizli kaldığını zanneden zayıf, dertli, perişan kadın, bir anda hayâta avdet etti.
Hiçbir milletin muâşeret edebinde misli görülmemiş olan bu hârikalar hârikası incelik, ona «Esamm» (sağır) lâkabını taktırdı.
Bu hâdiseden sonra da Hâtem Hazretleri, edep gözetip o kadın vefât edinceye kadar halk arasında sağır olarak göründü. Ancak kadının vefâtından sonra etrafındakilere:
“–Artık kulaklarım duyuyor; normal sesle konuşabilirsiniz!” dedi. İşte gerçek İslâm zarâfet ve edebi...
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in edebini kendilerine numûne-i imtisâl edinen ehlullâh hazarâtının bu ve benzeri edep örnekleri pek çoktur.
İbn-i Atâ -kuddise sirruh-, edeplenme hakkında şöyle buyurur:
“Her kim sâlihler edebini bulmuş ise, onun yaygısı, kerâmet yaygısıdır.
Her kim evliyânın edebini bulmuş ise, onun yaygısı, evliyâlık hâlinden bir hâl yaygısıdır.
Her kim enbiyânın edebini bulmuş ise, onun yaygısı da, Allâh’a yakınlık yaygısıdır.
Ve her kim, edepten mahrum kalmışsa, o da, bütün hayırlardan mahrum kalmış demektir.”
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Her kim edepten nasîbini almamışsa, o insan değildir. Çünkü insanla hayvan arasındaki fark, edeptir. Gözünü aç da Allâh’ın kitâbı olan Kur’ân-ı Kerîm’e dikkatle bak! Göreceksin ki o, âyet âyet edepten ibârettir.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mesnevî Bahçesinden BİR TESTİ SU, Erkam Yayınları