Allah Dostlarının Hikmetli Sözleri
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Şeyh Sâdî Hazretlerinin güzel sözlerini ve hikmet ehlinin bâzı husûsî öğütlerini anlatıyor.
ŞEYH SÂDÎ HAZRETLERİNİN SÖZLERİ
Şeyh Sâdî buyuruyor:
“Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh’a şükret. (Hayır sahiplerine…) Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı. Hakkʼa hizmet eden, ona minnet yükleyemez. Seni hayır işlerinde istihdâm ettiği için sen Cenâb-ı Hakkʼa minnettâr ol.”
İşte ashâb “yoruldum” demedi. Bıkkınlık gelmedi. Hizmet ettikçe, hayır yolunda bulundukça hizmet şevki, heyecanı arttı. Tâ Eyyûb el-Ensârî Hazretleri 80 küsur yaşında iki sefer İstanbulʼa geldi.
“Dil, şükretmek içindir…”
Bu da çok mühim.
“Dil, şükretmek içindir. Hakk’ı bilen, onu gıybet için kullanmaz...” Yani dilini nerede kullanıyorsun, onu bil!
“Dil, şükretmek içindir. Hakk’ı bilen, onu gıybet için kullanmaz.
Kulak, Kur’ân ve nasihat dinlemek içindir; bâtıl ve boş sözler dinlemek için değildir.
İki göz, Allâh’ın kudret ve san’atını temâşâ içindir; eşin dostun ayıbını görmek için değil...”
“Hizmetteki fazîlet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatte gördüğün zaman, şükrâne olarak zayıfların yükünü çekmendir.”
“Hak dostları, daha ziyâde, kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler.” Yani garipler, kimsesizler, yalnızlar… Bunları ziyaret edip bunların gönüllerini alırlar.
“Cömert kimse, meyve veren bir ağaç gibidir. Cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir.” Onu yakmaktan başka, onun bir âkıbeti yanmaktır, yakılmaktır.
“Akıllı insanlar, mallarını, paralarını (hizmetlerini) öbür cihâna giderken yanlarında götürürler. (Yani önceden Allah yolunda infâk ederler.) Ancak hasislerdir ki, hasretini çekerek burada bırakıp giderler.”
“Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin, belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın.”
“Birine iyilik ettiğin zaman da; «–Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!» diye büyüklenme! Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş deme! Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkündür ki o kılıç bir gün seni de gelir biçer.”
“Alçaklardan minnetle bir şey istersen maddî bakımdan artarsın (yani onlara bir yalakalık yaparak istersen, maddî olarak yükselirsin) ama rûhen de eksilirsin.”
“Ey kardeş, sonunda toprak olacaksın! Toprak olmadan önce, toprak gibi mütevâzı ol!..”
“Sonbaharda gül ağacını yıkma ki, ilkbaharda onun güzel manzarasından mahrum olmayasın.”
Yani gönül kırmanın telâfîsi zordur. Cam kırılırsa onu istediğin kadar yapıştır, o çizgi bellidir. O kalpte izini bırakır.
“Hak dostları için her yaprak, mârifetullâha bir divandır. Gâfiller için ise bütün ağaçlar bir yaprak bile değildir.”
“Halkın, Kâbe örtüsünü öptüğünü görürsün. (Kâbeʼye gider, Kâbe örtüsünü öptüğünü görürsün.) O, ipek böceğinin kozasından yapıldığı için şöhret bulmadı. Birkaç gün bir mukaddesle bir arada bulundu da, onun için aziz oldu. Yani birkaç gün o örtü Kâbeʼnin duvarında asıldı.”
Yani sen de sâdıklarla beraber ol ki sen de sâdıklaş. Nasıl o ipek örtü eğer Kâbeʼye asılmasaydı, onun bir değeri olmazdı. Senin de değerin, sâdıklarla beraber olmandır. Oradan inʼikâs almandır.
“Nasihat dinlemeyen insan, azarlanmak istiyor demektir.”
Yine birkaç şeyle bitirelim -inşâallah-.
HİKMET EHLİNİN SÖZLERİ
Hikmet ehlinin bâzı husûsî öğütleri:
Üç şey, saâdetin sırrıdır. (Saâdetin sırrı şu üç şeydedir):
- Tevâzû sahibi olmak,
- Kanaat ile zenginleşerek huzur bulmak, (kanaat ile zenginleşmek),
- Ölümü sık sık tefekkür ederek, esas hayatın âhiret hayatı olduğunun idrâki içinde olabilmek.
(Dünya) üç şeyle Cennet hâline gelir:
- Gönüller fetheden zarif bir dille,
- Cömert bir elle,
- Rahmet dergâhı hâline gelmiş bir gönülle.
Üç kişi mânen karanlıkta kalmıştır:
- Konuştuğunu yaşamayan gâfil,
- Kibrinin esiri olduğu hâlde fazilet iddiasında bulunan ahmak,
- Gönül feyzinden mahrum nâdan.
Bunlar da karanlıktadır buyruluyor.
Mü’min, üç yerde Allah ile halvet hâlindedir. (Allah ile beraberdir müʼmin):
- Kalabalıktan incinmeyen yalnızlıkta, (yani kesrette vahdet. Ticarette vs. hayatın her safhasında kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber.)
- Bir ümitsizin, yani garibin, kimsesizin yüzünü ümitle güldürdüğünde (bu da Allah ile beraberdir).
- Musibetlerin ecrini düşünerek onları hamd, sabır ve şükür ile karşıladığında.
İnsanlar içinde, kendini bilenler üç kişidir, kendini bilenler:
- Takdîre rızâ gösterenler,
(لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله [Gaybı Allahʼtan başkası bilemez]. Gaybı bilmiyorsun. Takdire rızâ gösterenler.
- Kendi adlarını söylemekten utananlar, (tevâzu ve mahviyet, hayâ sahipleri.)
- Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakanlar.
Beni yaratan Allah, o mahlûkâtı yaratan aynı Allahʼtır. O bana zimmetlidir. Geçen, Bahâüddîn Nakşibend Hazretleriʼnin şeyi gibi, hizmeti gibi.
Üç türlü insan Allah’tan uzaktır:
- Rahatlarını düşünerek hizmetten kaçanlar,
- Hassas olduklarını öne sürerek ıztırap ve sefâletlerin civarına yaklaşamayanlar, (Benim içim kaldırmıyor diyor, kendine mâzeret buluyor.)
- Gâfiller topluluğu ile beraber olanlar. (Onlar da gâfilleşiyor neticesinde.)
Üç türlü insanın, Allâh’ı göreceği (ruʼyetullâha nâil olacağı) müjdelenmiştir:
- Cenâb-ı Hak ile dost olan saf ve samimî kalpler (yani kalb-i selîm sahipleri, rafine olmuş kalpler, Cenâb-ı Hak ile dost olan saf ve samimî kalpler),
- Gecenin karanlığında güneşi bulanlar (yani seherleri bir vecd içinde ihyâ edenler),
- Dâimâ âhiret endişesi içinde bulunarak hayat sermayelerini Allah yolunda değerlendirebilenler.
Üç şeyin hududunda durmasını bilmelidir:
“İsteklerin hududunda. (Aşırı istek, zarara götürür.)
Aklın hududu. (Kurʼân ve Sünnet muhtevâsında olacak.)
Hayatın hududu. (O da bir, ashâb-ı kirâmın muhtevasına yakın bir hayat tarzın olacak.)”
Üç şeyden ayrılınca, diğer üç şey geçmeden acele etmelidir:
(Üç şeyde ayrıldı, diğer şey geçmeden acele etmelidir:)
“İnsanlardan ayrılınca ibadete, (insanlardan ayrıldın, hizmet ettin,
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])
Bir hayırdan bir hayra geçeceksin.
Hareketlilikten çıkınca huzur ve tefekküre, (Efendimiz; “Sükûtum tefekkürdür.” buyuruyor. “Ya hayır söyle, veyahut da sus.” buyuruyor.
Hareketlilikten çıkınca huzur ve tefekküre.
Dünyadan çıkınca, Dünya ile vedalaşınca ukbâya. (Esas hayatın âhiret hayatı olduğunu unutmamak.)”
Üç kişiye merhamet edin buyuruyor:
“Zenginlikten sonra fakirliğe düşene, (İşte Suriyeli din kardeşlerimiz… Evi vardı, barkı vardı vs. vardı. Zenginlikten sonra… Onun belki en zengini bugün fakir durumda. Zenginlikten sonra fakirliğe düşene.)
Şerefli iken zelil olana,
Câhiller arasında kalan âlime.”
Velhâsıl, bu dünyaya mâsum olarak geldik, günahsız olarak geldik. Cenâb-ı Hak, insanın, dünya kirlerinden temizlenerek aynı sâfiyetle Cennetʼe girmesini arzu ediyor. Doğduğun gibi tertemiz.
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor Cenâb-ı Hak.
İşte bunun için Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri Kādıʼl-Kudât iken o nefsânî problemlerini hâlletmek, makam ve mevkiin kendisine getireceği gurur-kibirden kurtulmak için Bursa sokaklarında ciğer sattı.
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, kendisine “Güneşlerin Güneşi” denildi. “Senden daha üstün kim var?” denildi. O, yok dedi, şeye gitti, Dehlevîʼye gitti Hindistanʼa. Orada 6 ayda büyük merhaleler aldı. İlk gittiği zaman da ona, allâme (olmasına rağmen) helâların temizliği verildi. Çünkü ilim, -Allah korusun- en büyük insana bir enâniyet getirir.
Velhâsıl, her günah, Cennetʼe girme yasağıdır. Öyleyse günahlardan uzaklaşmak zarûrîdir.
Bize düşen; “Yâ Rabbi, hislerimizi ve niyetlerimizi dâimâ rızân ile telif eyle!” Oʼna duâ edeceğiz. Yani hislerimizi, duygularımızı, Cenâb-ı Hak kendi rızâsıyla telif eylesin, istikâmetlendirsin. Âciziz biz.
İkincisi, şöyle duâ edelim:
“Ey kalpleri evirip çeviren, kalplerimizi dînin üzerine sabit kıl.”
Âyet-i kerîmede öyle buyruluyor.
Cenâb-ı Hak cümlemize;
Ashâb-ı kirâmın yaşadığı gibi aşk ile yaşanan bir îman,
Kalp ve beden âhengi içinde îfâ edilen bir ibadet hayatı,
Allah Rasûlüʼnün rûhânî dokusundan hisse alarak yaşanan bir muâşeret ve muâmelât ile,
Elinden, dilinden, gönlünden âlemlere rahmet tevzî eden sâlih bir müʼmin olabilmemizi, lûtf u keremiyle cümlemize ihsân eylesin.
Duâmızın (kabûlü) niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha…
YORUMLAR
Hocam, evli bir erkek evli olduğunu gizleyip başka bir ülkede yaşayan mü'mine bir hanıma evlilik vaadiyle talip çıkıp nikâhına alsa. Bundan sonra senin hiç bişeye ihtiyacın olmayacak deyip evini de sattırıp o haımın bilmediği bir ülkeye götürüp kısa bir süre sonra işlerini bahane edip çekip gitse ve Yıllarca o hanımı oyalayıp sorumluluklarını üslenmese. Maddi manevi perişan ettikten sonra, sahiplenmediği için o hanımın iffet ve namusunu rencide etse. Bu olaydan dolayı o hanımın ailesi ve yakınlarıyla da ilişkisinin bozulmasına sebep olsa. Sonra da eşi olaydan haberdar oldu diye o hanımı tamamen terk etse! Bunun şeriatta yeri nedir? Lütfen bu konuda bilgisi ve ehliyeti olanlar cevap versin. Çok önemli olan bu konuda sırf yorum yapmak için yorum yapılmamasını rica ediyorum. Anlayışınız için herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Allah islah etsin ...