Allah Dostluğunun Sırrı Bu!

TARİHİMİZ

Teslîmiyet, lügatte boyun eğmek, başa gelen hâdiseleri îtirazsız kabûllenmek ve selâmete çıkmaktır. Teslîmiyet, kalbin bir fiili olup Allâh tarafından haber verilen hususlarla alâkalı şüphelerden, ilâhî emirlere ters düşen nefsânî arzulardan, ihlâsla bağdaşmayan isteklerden, ilâhî takdîre ve şer’-i şerîfe îtiraz illetinden kurtulmak demektir.

Teslîmiyet hâli, ancak itmi’nân derecesindeki bir îtimad duygusu sâyesinde gerçekleşebilir. Bu ise îtimâd edilen varlığın, her yönden kendisine güvenilebilecek bir vasıfta olmasını gerektirir. Dolayısıyla teslîmiyeti yalnız Allâh’a hasredebilmek için öncelikle;

–Bütün güç ve kudretin sâdece Allâh’a âit olduğuna,

–O’nun izni olmadan hiçbir varlığın fayda ya da zarar vermeye güç yetiremeyeceğine,

–Her şeyin fânî, ancak O’nun bâkî olduğuna,

–Her şeyin O’na muhtaç, O’nun ise hiçbir şeye muhtaç olmadığına,

–O’nun bir benzerinin de bulunmadığına kalben îmân etmek ve bu îmânı itmi’nân derecesine ulaştırmak gerekmektedir.

Bu sebeple kulun Allâh’a teslîmiyeti, Allâh hakkındaki bilgisi ve O’na olan îmânı nisbetindedir. Teslîmiyet, kulluğun özünü oluşturması bakımından kalbin Allâh’a olan en mühim yönelişidir. Bu yöneliş îmânla başlar, mârifetullâh arttıkça o da artarak devâm eder.

Hakk’a teslîmiyetin en güzel misâllerinden birini Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- sergilemiştir. Nitekim O’nun kalbinde Allâh’tan başka hiçbir şeye yer yoktu. Fakat melekler:

“–Yâ Rabbî! İbrâhîm’in canı, evlâdı ve malı var! Sana nasıl «Halîl» (dost) olabilir?!” demişlerdi.

Allâh Teâlâ da, üç yerde O’nun îtirazsız teslîmiyetini meleklere göstermişti. Bu imtihanlar ve neticeleri, kıyâmete kadar ümmete misâl olacaktır.

İbrâhîm -aleyhisselâm-, ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O:

“–Size ihtiyâcım yok! Ateşe, yanma gücünü kim vermiştir?” demiş ve «Allâh ne güzel vekîldir!» diyerek Rabbine sığınmıştı.

O’nun bu teslîmiyetinin mükâfâtı olarak ateşe:

“–Ey ateş! İbrâhîm’e serin ve selâmet ol!” buyrulmuştu.

Yine baba-oğul bir teslîmiyet fezâsında biri kurban etmeye, diğeri ise kurban edilmeye giderken, Rablerine olan bağlılıklarını bozmaya çalışan şeytanı müşterek olarak taşlamışlardı. Böylece onlar, teslîmiyetlerinin en son noktasında iken de ilâhî lutuf ile cennetten kendilerine koç indirilmişti.

İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın malı da, Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın üç defa zikri karşısında ehemmiyetsiz hâle gelmiş:

“Al bunları götür!” demişti.

Ruveym -rahmetullâhi aleyh-, tasavvufu şöyle târif eder:

“Tasavvuf, nefsi murâd-ı ilâhîye teslîm etmektir…”

Kulluk, teslîmiyettir. Çünkü Allâh, kulunun kendisinden başkasına kul ol­masını istemez. Hevâ ve hevesinin pençesinden kurtulmasını arzu eder.

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

 “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi kesin bir şekilde emretti…” (el-İsrâ, 23)

 “Hevâ ve hevesini ilâh edinen ve Allâh’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre dalâlete düşürdüğü, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kim­seyi gördün mü? Şimdi onu Allâh’tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (el-Câsiye, 23)

Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslîmiyet bereketiyle İbrâhîm -aleyhisselâm-’a canı, malı ve evlâdı, yüce Rabbinin yolunda hiçbir engel teşkîl edemedi. Hac ibâdeti de, O’nun Rabbine tevekkül ve teslîmiyetinin kı­yâmete kadar devâm edecek en güzel bir sembolü oldu.

Çünkü İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın dili kalbine tercümanlık yaparak dâimâ:

 “…Ben âlemlerin Rabbine teslîm oldum!” (el-Bakara, 131) demekteydi.

HAC NEDİR?

Hazret-i İbrâhîm ve İsmâîl -aleyhimesselâm-’ın tevekkül ve teslîmiyetlerinin sembolü olan hac, Hakk’a muhabbetle dolu bir kulluk tezâhürüdür. Beşerî sıfatlardan soyunup teslî­miyet ve tevekkül duyguları ile ilâhî mağfiret iklîmine giriştir. Hac, altta ve üstte birer havlu ile, baş ve ayak açık, kulun bütün dünyevî rütbelerden soyunması ve böylece Rabbine gönülden sığınmasını ifâde eden tam bir teslîmiyet hâlidir.

İhramda bir ot bile koparılmayacak, bir kıl düşürülmeyecek ve bir mahlûkat avlanmayacaktır. Bu ibâdetin îfâsı esnâsında rafes, fısk ve cidâl yasaktır. Yalnız Yaratan’dan dolayı yaratı­lanlara sevgi, merhamet ve nezâket vardır.

İşte hac ibâdeti de bizlere gösteriyor ki, günahların dökülüşü, ancak Hakk’a yalvarış, tevekkül ve teslîmiyetle yapılan bir ibâdet bereketiyle gerçekleşir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları