“Allah Gökleri ve Yeri Altı Günde Yarattı Sonra Arşa İstiva Etti” Ayeti
“Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah’tır. O’nsuz size ne bir dost ne bir şefaatçi bulunur. Hâlâ düşünüp ders almaz mısınız?” ayetini nasıl anlamalıyız? Ayette geçen “Allah’ın arşa istiva etmesi” nasıl anlaşılmalıdır? Dr. Adem Ergül anlatıyor.
SECDE SURESİ 4. AYET MEALİ VE TEFSİRİ
Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“O Allah ki, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan her şeyi altı günde yarattı, sonra da arş üzerine istivâ etti. Sizin O’ndan başka ne bir dostunuz ne de bir şefaatçiniz vardır. Hâlâ düşünüp ders ve öğüt almayacak mısınız?” (Secde suresi, 4)
“Altı gün”den maksat, süresini akılla idrak etmemiz mümkün olmayan altı uzun zaman dilimidir. Gökler, yer ve onlarda bulunan varlıkların yaratılması bu uzun zaman dilimleri içinde gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Hak, kâinatın yaratılışını tamamladıktan sonra arşa istivâ etmiş yâni varlıkları kendi hâline bırakmayıp, onların saltanat, hâkimiyet, tedbir ve tasarrufunu kudret elinde tutmuştur. Her şey O’nun kudret ve iradesine bağlı olduğu ve ancak O’nun izni ile hareket ettiği için, gerçek mânada bizim için Allah’ın dışında bir dostun veya bir şefaatçinin olması imkân dışıdır. Buna göre Allah’tan başka dost ve şefaatçi aramak boşuna bir uğraş olduğu gibi, putların ve putperestliğin de bir mesnedi olmadığı anlaşılır.
Cenâb-ı Hakk’ın kâinat ile münâsebeti çok boyutlu ve inkıtâsız bir şekilde devam etmektedir. Pek çok âyet-i kerîmede bu hususa yer verildiği gibi, bu açıdan bakıldığında Âyete’l-Kürsî daha derin bir mâna ifade eder:
“Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, ebedî diridir. Varlığı kendinden olup bütün kâinatı yönetendir. O’nu ne bir uyuklama ne de bir uyku yakalayabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun huzurunda kim kalkıp da şefaat edebilir? O, kullarının geleceğini de bilir, geçmişini de. Kullar ise, dilediği dışında O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri kuşatmıştır. Dolayısıyla her ikisini de koruyup gözetmek O’na asla ağır gelmez. En yüce ve en büyük yalnız O’dur.” (Bakara 2/255)
Tefsir edilmekte olan 5. âyette, Allah Teâlâ’nın kâinatı nasıl yönettiği ve oradaki işleri nasıl sevk u idâre ettiği anlatılır. Rabbimiz işleri ve olayları gökten yere doğru “tedbîr” etmektedir. “Tedbîr”, bir işin arkasını görerek ona göre gereğini tâyin etmektir. Allah Teâlâ’nın tedbîri ise hikmetine uygun olarak irade buyurmasıdır. Anlaşılan o ki, bizim dünya şartları içinde bin yıl zaman alan hâdiseler, Cenâb-ı Hakk’a göre bir günlük iştir. Rabbimiz, âdetâ günlük “iş programı”nı, o işlerle vazîfeli meleklerine havale eder. Onlar da o günün çalışma raporunu huzuruna çıkıp kendisine takdîm ederler ve yine bizim hesâbımıza göre bin yıl tutacak ertesi güne ait emirleri alırlar. Bu, böylece devam eder gider.
Kur’ân-ı Kerîm’in iki yerinde daha bu hususa yer verilir. Bu âyeti, o iki âyetle birlikte değerlendirdiğimiz takdirde mes’elenin anlaşılması daha kolay olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.)’in ilk muhatapları olan müşrikler ona şöyle diyorlardı: “Muhammed kaç yıldır peygamber olduğunu iddia ediyor. Davetini reddettiğimiz takdirde Allah’ın azâbının tepemize ineceği tehdidinde bulunuyor, yıllardır bu tehdidini sürdürüyor. Fakat onu kaç defâdır inkâr etmemize rağmen üzerimize azap filan indiği yok. Eğer söylediklerinde bir doğruluk payı olsaydı bizim binlerce kez azaba uğratılmamız gerekirdi.” İşte bu âyetlerin, onların bu tür itirazlarını cevaplandırmak için indiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hac sûresindeki âyette şöyle buyrulur:
“Rasûlüm! Onlar senden tehdit edildikleri azabı hemen getirivermeni istiyorlar. Şunu bilsinler ki Allah verdiği sözden aslâ dönmez. Bununla beraber Rabbinin katında öyle bir gün vardır ki, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac 22/47)
Meâric sûresinde ise şöyle buyrulur:
“Birisi kalkıp gerçekleşeceği kesin olan bir azabın hemen gelmesini istedi. Kâfirler için bir azap ki, geldiğinde onu önleyecek hiçbir güç yoktur. Çünkü o, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah’tandır. Melekler ve Ruh, miktarı dünya senesiyle elli bin yıl uzunluğundaki bir günde O’na yükselirler. Öyleyse sen, güzel bir şekilde sabret! Doğrusu onlar, kıyâmeti ve cezayı uzak görüyorlar. Ama biz onu gerçekleşmesi kesin ve pek yakın görüyoruz.” (Meâric 70/1-7)
Bu âyetlerin beyânına göre Allah Teâlâ’nın her türlü iş ve oluş hakkında belli bir plânı vardır. İşler o plâna göre vuku bulur. Dolayısıyla münkirlerin acele azap taleplerinin hemen karşılık bulma şartı yoktur. Çünkü kötü amellerin cezasının hemen verileceği şeklinde bir hüküm bulunmamaktadır. Yalnız bu, peygamberin uyardığı azabın hiç gerçekleşmeyeceği anlamına da gelmez. Aksine, ilâhî plan dâhilinde şartlar oluşup vakit girince netice mutlaka hâsıl olacaktır. Duyuların algı alanına girmeyeni de, duyuların algı alanına gireni de aynı şekilde bilen Allah Teâlâ, neyi ne zaman yapacağını çok iyi bilmektedir. Bir şeyin olmasını isteyince, O’nu bundan vazgeçirecek hiçbir güç yoktur. Fakat O, aynı zamanda sonsuz merhamet sahibidir. O’nun murâdı kullarını cezalandırmak değildir. Onların küfürden vazgeçip, günahlarından tevbe ederek ilâhî rahmetine ermelerini istemektedir.
Kaynak: kuranvemeali.com
YORUMLAR