Allah Her Şeyi Görendir
Cenâb-ı Hakk’ın görmesi de diğer sıfatları gibi zât-ı ilâhîsinin muktezâsındandır. O her şeyi hakkıyla görür. el-Basîr’dir. O’nun nazarına gizli kalan hiçbir şey yoktur.
İlim, semî’ ve besar sıfatlarının beşere tâlim edilmesindeki hikmeti Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade eder:
ALLAH HER ŞEYİ GÖRENDİR
“Cenâb-ı Hakk, korkasın da fesat çıkarmayasın ve bozgunculuğa kalkışmayasın diye kendisinin alîm, yâni «her şeyi çok iyi bilen» olduğunu bildirdi.”
“Çirkin ve kötü sözlere dudaklarını kapatasın diye kendisinin semî’, yâni «her şeyi çok iyi işiten» olduğunu bildirdi.”
“Gizli saklı kötülüklere bulaşmaman için kendisinin basîr, yâni «her şeyi çok iyi gören» olduğunu bildirdi.”
Nitekim Allâh Teâlâ kullarının bu husustaki mes’ûliyetini şöyle bildirir:
“Bilmediğin şeyin (dünyâ ve bilhassa âhıretteki zararını idrâk ve hissedemediğin hatâların) ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur (hesâba çekilir).” (el-İsrâ, 36)
Bu mes’ûliyyet dolayısıyla Niyâzî Mısrî Hazretleri şöyle der:
Bir göz ki, onun olmaya ibret nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde
Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden
Akıt ona sen kurşunu hemen deliğinden
Bir dil ki Hakk’ın zikri ile olmaya mûtâd
Urma sen ol et pâresine dil diyü hiç ad
Kıyâmet gününde gâfil kullara şöyle bir hitap gelir:
“Ey kul! Sen bizi dünyâda tanıdın mı, tanımadın mı? Eğer tanımadıysan niçin tanıma dâvâsı güttün? Eğer tanıdıysan, bir kimse tanıdıktan sonra senin yaptığını mı yapar?”
Bu ifadeyi aktaran Nahşebî Hazretleri şöyle der:
“Ey korkusuz kimse! Tenhâ köşelerde yaptığını eğer mertsen çarşının ortasında da aynı şekilde yap da halktan mı korkuyorsun, yoksa Hâlık’tan mı belli olsun! Şâyet Hâlık’tan korkarsan, her yerde korkarsın!..”
Gerçek sâlikler, gizli-âşikâr her zaman ve mekânda bu ilâhî sıfatlara vukûfiyet hâlinde olur ve kendilerinin dâim ilâhî murâkabe altında olduklarından gâfil olmazlar:
Bir gece vaktiydi. Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-, mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir ana ile kızının tartışması dikkatini çekmişti. Ana, kızına:
“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.
Kız ise:
“–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.
Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:
“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfenin süte su kattığımızdan nereden haberi olacak?!.” dedi.
Ancak gönlü Allâh korkusu ile diri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi:
“–Anacığım! Halîfe görmüyor diyelim, Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.
Rabbânî hakîkatlerle dolu bir kalbe sahip olan bu nezihe kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevab, Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-’ı son derece duygulandırdı. Emîru’l-mü’minîn, onu, sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasîb bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhûr Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu.
Bu itibarla bütün mesele, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî murâkabesi altında olduğumuzu bilerek yaşayabilmektir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Gözler O’nu idrâk edemez, O ise gözleri idrâk eder. O, latîf ve habîrdir.” (el-En’am, 103)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet
YORUMLAR