Allah ile Nasıl Dost Olunur?
Mârifet-i Hakk neden gizli olur? Allah ile nasıl dost olunur? Mârifetin kemâli ne ile hâsıl olur? Sâdık Dânâ Hazretlerinin sohbetinden Allah’a dost olmak...
Mârifet-i Hakk’ın gizli olmasının sebebi şudur: Bir şeyi bilmek ya tehlikelidir veya zordur. Bunun iki sebebi vardır. Bir şey örtülü olur. Aydınlık olmaz. İkincisi son derece aydınlık olur. Fakat gözde onu görecek takat olmaz. Meselâ yarasalar gündüz görmezler, gece görürler. Bu, eşyanın gece göründüğünden değildir. Yarasanın ışığa tahammül edemeyecek derecede zayıf gözlü olduğundandır. İşte Cenab-ı Hakk’ın mârifeti de son derece açık ve aydınlıktır. “Ez-Zâhir” O’dur. Gönüller onu bulmaya tahammül edemezler.
ALLAH İLE NASIL DOST OLUNUR?
Allah dostluğu bütün bu makamların üstünde bir makamdır. Kulun kemâlâtının en son derecesi Hak dostluğunun gönlünde gâlip olması ve dostundan başka her şeyden alâkasını kesmesidir. Eğer bir kimse bunun ne demek olduğunu merak ederse Allah’tan başka her şeyden gönlünü temizlesin! Dünya dostluğunu, gönlünden çıkarsın. Allah dostluğuna mâni olan her şeyi terk edip, O’nun mârifetini şevkle istesin! Allah’ın dostlarıyla beraber olsun. Mârifet tohumları, vücûd toprağında hazır beklemektedir. Bunların filizlenmesi için zikre ve fikre devam etmek lâzımdır. Aslında hiçbir mü’min muhabbetin aslından hâli değildir. Lâkin aradaki farklar üç sebebdendir.
Birincisi: Mü’min kendini, dünya dostluğunda ve meşguliyetinde heder etmektedir. Dostlukta esas olan ise vahdettir. Bir ikinci şey ile meşguliyet dostluğa sığmaz, Allah dostluğuna başka şeyler karışır ise iş bozulur.
İkincisi: Mü’minler mârifet derecelerinde, birbirlerinden farklıdırlar. Kim mârifetullaha daha fazla vâkıfsa, onun dostluğu daha fazladır.
Üçüncüsü: Zikir ve ibâdetle ünsiyetin hâsıl olması lâzımdır. İbâdete, kulluk vazifesini îfâya önem vermeyince bu hâsıl olmaz. Kim neyi çok zikrederse onunla ünsiyeti artar ve zikrede ede zikrettiği bir gün karşısına çıkıverir. İşte O’nu dost bilmeyen, dost tanımayan asla O’nu tanıyamaz. Muhabbet mârifetin semeresidir. Mârifetin kemâli iki yol ile hâsıl olur;
- Sûfiyenin yoludur ki mücâhededir. Daimi zikir ile bâtın tasfiye edilir. Bir zaman gelir bu zikir zikredene Allah’tan başka her şeyi unutturur. O zaman o, iç âlemiyle hâdisâtın ve eşyanın hakikatlerini görmeye başlar ve Hak Teâlâ’nın azameti zâhir olur.
- Mârifet ilmini öğrenmektir. Mârifet ilmi, kelâm ilmi ve diğer ilimler demek değildir. Mârifet ilminin başı ilâhi san’atın acâibi üzerinde tefekkürdür. Kul tefekkürle Zât-ı Hakk’ın Celâl ve Cemâline doğru terakkî eder. Esmâ ve sıfâtın hakikatlerine vâkıf olur. Bu ilim uzundur. Fakat daha kısa yoldan vâsıl olmak mümkündür.
Ârif bir üstâd-ı kâmil bulur. Terbiyesine girer. Fakat murdar şeyleri terk etmeyenler, hüsn-ü niyet sahibi olmayanlar üstad-ı kâmili bulamazlar. Burası bir tuzak değildir ki av gelip oraya düşsün. Nasıl rızkını aramak için ticâret gibi kazanç yollarını araştırıyorsa, bunu da araması lâzımdır. Mârifeti arayan da bu iki yoldan birinde aramadıkça aradığını bulamaz ve ele bir şey geçmez. Allah Teâlâ’nın muhabbeti olmadan âhiret saadetine erişebileceğini söyleyen, câhilce bir lâf etmiş olur. Âhiret, cemâl-i hazreti ilâhi âlemidir ki, bütün güzellikler orada zâhir olur. Mes’ud ve bahtiyar odur ki, kendini o âleme göre hazırlar. İşte bütün riyâzatlar, ibâdetler, mârifetler bu âlem ile o âlem arasındaki münâsebeti temin etmek içindir. (Sâdık Dânâ-Altınoluk Sohbetleri-4, s.6)