Allah ile Şeytanın Konuşması
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ ile İblis arasında geçen şu konuşmayı istifadenize sunuyoruz.
Kur’ân-ı Kerim’de nice hakikatler kıssalar yoluyla anlatılır. Okumasını bilene sayısız ibret ve hikmetler bu yolla sunulur. Bu itibarla ilâhî kelamda kıssa, sadece geçmişte yaşanmış bitmiş bir hadisenin anlatılmasından ibaret değildir; zaman ve mekânla sınırlı olmadan her an tazelenen yeni yeni mesajların ilham kapısıdır.
ALLAH İLE ŞEYTANIN KONUŞMASI
Bir misal olmak üzere Allah Teâlâ ile İblis arasında geçen şu konuşma tablosuna dikkat kesilelim:
“Hani bir zaman, Rabbin meleklere şöyle demişti:
_ ‘Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin (secdeye edin).’ Bütün melekler topluca saygı ile eğildiler. Ancak İblis eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah Teâlâ:
_‘Ey İblis! "Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?’ dedi. İblis:
_ ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi. Yüce Allah şöyle buyurdu:
_ ‘Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun. Şüphesiz benim lanetim hesap ve ceza gününe kadar senin üzerinedir.’ İblis:
_ ‘Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi. Allah şöyle Teâlâ:
_ ‘Sen o bilinen vakte (kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin’ dedi. İblis:
_ ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi. (Sâd Sûresi 71 - 83)
Allah Teâlâ da şöyle buyurdu:
_‘Çekil, git. Onlardan kim sana uyarsa kuşkusuz cehennem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır. (Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla (vesveselerinle) kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun -geçek şu ki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez-. Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!" (İsrâ Sûresi 62 - 65)
Evet, bir kıssa olarak anlatılan bu sahnede her şey çok açık bir şekilde ortaya konuyor. En temel mesaj olarak ise insan ve cin şeytanlarının saptırıcılığının, “ihlas kalite”mizde oluşan zaaf ve açıklarımız nispetinde olduğuna dikkat çekiliyor. İhlas, esasen kulluğu yalnız Allah’a tahsis etmenin adıdır. Diğer bir ifadeyle kendi üzerinde kendi nefsimiz de dâhil olmak üzere tüm ilahların ve ilahlaşma temayüllerinin ortaklık taleplerine hayır deyip yalnız Allah için olmak, O’nun için iş görmek ve daha ötede O’nun için yaşamak ve hatta O’nun için ölmektir. Böylesi bir kulluk bağlılığına şeytan ve ordusunun sızabilmesi hele hele galip gelebilmesi imkânsızdır. Zira böyle birisi artık O Yüce Kudretin hususi koruması altındadır.
İşte bu ihlası yakalamak kolay bir tahsil değildir. Önce böylesi bir kaliteye talip olmak gerekmektedir. Her büyük zafer, öncelikle güçlü bir iradeye dayanır. Kula düşen böylesi bir irade ortaya koymak ve bu uğurda bir arayışa ve gayrete (mücahedeye) soyunmaktır. Yalnız Hakk’ın kulu olma yolculuğunda irade ve mücahede ne kadar ciddi ve samimi olursa, Hakk’ın yardımı o nispette kula refik olacaktır. Hakk’ın maiyetine (beraberliğine) girenler ise asla kurda kuşa yem olmayacakları gibi yolları da hem âsân (kolay) hem de sürekli açılacaktır. Böyleleri asla çıkmaz sokaklara girip de hedefinden geri kalmayacaktır.
Şeytan ve askerlerinin şerrinden Hakk’a sığınmanın en emin yolu, hiç şüphesiz ihlas kalesine girebilmektir. Masivâ köleliği, ancak bu sayede son bulur ve gerçek hürriyete kavuşulur. Vatan toprağını düşman tasallutundan korumak uğruna nice mücadeleler ve cihadlar tertip edilir ve nice canlar bu uğurda verilir. Öz hakikatimiz üzerinde de kendi arzuları adına hâkimiyet kurmak isteyen tüm otoritelere, sahte ilahlara ve batıl heva ve arzulara karşı baş kaldırıp yalnız Hakk’ın hâkimiyetine izin vermek için de elbette nice mücahedeleri ve fedakârlıkları göze almak gerekecektir. Böylesi bir zafer neticesinde ancak tevhidin hakikatine ulaşılmış olacaktır. Bu yönüyle ihlas, tevhidi; tevhid de ihlası gerektirir. Gerçek muvahhid olmak, muhlis olmakla eş değerdedir. Bu sebepledir ki tüm peygamberler ve varisleri, bu sırra erişmenin lüzumunu her fırsatta dile getirmişlerdir. Örnek olması bakımından Müceddid-i Elfisânî İmam-ı Rabbanî’nin Şeyh Muhammed Çeterî’ye yazdığı bir mektubu burada paylaşmak isterim:[1]
“Yüce Allah'a hamd eder, O’nun Peygamber'ine salât ve selâm eyleriz.
Evladım,
Seyr u sülük (manevî terbiye) menzillerini aşıp cezbe makamlarını kat ettikten sonra, bana malum oldu ki: “Bu seyr ü sülûkten maksat, ihlâs makamını tahsil etmektir. İhlası elde etmenin yolu da enfüsî ve afâkî olan ilâhî fenânın (fenâfillah)[2] gerçekleşmesine bağlıdır.
İşbu ihlâs, şeriat cüzlerinden (kısımlarından) bir cüzdür. Şeriat üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs.
Tarikat ve hakikat; ihlâsın tekmili (tamamlanması) şanında, şeriatın hâdimi yani hizmetkârıdır. İşin hakikati budur; lâkin herkesin zihni bu hakikati kavrayamaz. Halkın pek çoğu, uyku ve hayallerle tatmin olup cevizle muzla yetinmektedirler. Bunlar, bu halleri ile şeriatın kemalâtını nasıl idrâk edebilirler? Tarikatın ve hakikatin gerçek yüzüne nasıl ulaşabilirler? Şeriatı kabuk, hakikati da öz sanırlar; ama muamelenin hakikatini bilemezler. Sufiyenin kulağa hoş gelen zevkli sözleri ile yetinip kalırlar. Hallerde ve süflî makamlarda fitneye düşerler. Rabbimiz onları da doğru yolu hidayet eylesin. Selâm bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun.”
Dipnotlar:
[1] Mektûbât 40. Mektup. [2] Tasavvufî bir kavram olan “Fenâfillah” çok çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Burada kastedilen kulun her şeyde Hakk’ı müşahede edip eserlerin arkasındaki “Müessiri” görmesi ve adeta O’ndan başkasını görmemesi halidir. Bu yönüyle hem kendi nefsanî varlığını ve hem de kendi dışındaki âlemi adeta yok bilmesidir. Diğer bir ifadeyle kesrette vahdeti fark etmesidir.
Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465