Allah ile Sözleşme Tazeleme Ayı
Bir sözleşmenin temel umdesi nedir? Allah ile sözleşme tazeleme ayı: Ramazan ve ahlâk...
Kulun Rabbiyle ilişkisi aynı zamanda bir emanet ilişkisidir. İnsanın mazhar olduğu her nimet bir emanettir. Her emanetin iki tarafı vardır, emaneti veren ve emaneti yüklenen. Emaneti veren, kudreti ve ilmi nihayetsiz, mutlak hakimiyet sahibi Allah, emaneti yüklenen ise fani ve aciz âdemoğludur. Ahzâb suresi 72’nci ayetinden, emaneti yüklenme konusunda insanın irade gösterdiğini ve Allah’ın da emaneti yüklenmesine müsaade ettiğini anlıyoruz. Burada bir sözleşmenin ortaya çıkması için tüm koşullar -sözleşmenin tarafları, icap ve kabul- kemâlen mevcuttur. Söz konusu emanet sözleşmesinden anlaşılıyor ki insanın yaratıcısıyla olan ilişkisi tek taraflı bir ilişki değildir.
Her sözleşme kurulurken gözetilen ancak söz konusu emanet sözleşmesi olduğunda muhakkak bulunması gereken unsur ise güvendir. Kimse güvenmediğine bir şey emanet etmez. Emanet sözleşmesi güven üzerine kurulur. Zira kökeni Arapça olan emanet kelimesi samimiyet ve güven anlamlarını hamildir. Bu noktadan hareketle insanın yaratıcısıyla olan ilişkisinin temeli güvene dayalıdır. Güven ve samimiyetin nihayeti muhabbet ve vuslattır. Şayet vusul hasıl olmuyorsa emanet sözleşmesi layıkıyla gözetilmediği, güven boşa çıkarıldığı içindir.
ALLAH İLE SÖZLEŞME TAZELEME AYI
Emanet sözleşmesi aynı zamanda bir kulluk sözleşmesidir. Her sözleşmede olduğu gibi kulluk sözleşmesinde de tarafların hak ve yükümlükleri aleni bir şekilde vahiy yoluyla belirtilmektedir. Ramazan ayı sözleşme tazelemek, hak ve yükümlülükleri yeniden hatırlamak, sözleşmeye aykırı tutum, söz ve davranışlarımızı gözden geçirip kendimizi hesaba çekmek, sözleşmeye uymayan taraflarımızı düzeltmek için önemli bir imkândır.
Mâide suresi “Ey iman edenler! Sözleşmelerinizin gereklerini yerine getirin.” emriyle başlamaktadır. Tefsirlerde bu emir insanların kendi aralarında yaptıkları sözleşmelere hamledilmiş olsa da ayetin devamında ve izleyen ayette ihram, haram ay, kurban, beytülharam gibi Allah’ın şeairinden bahsedilmektedir. Ayette bahsedilen şeair Allah’ın, kullarınca mutlak saygı göstermesini istediği hususlar ve mükellef kıldığı dinî vecibelerdir. Öyleyse sözleşmelerimizin gereklerini yerine getirmemizi emreden Mâide suresinin ilk ayetini sadece insanlar arasındaki sözleşmeler için değil aynı zamanda Allah’la aramızdaki emanet sözleşmesi için de dikkate almalıyız. Emanet sözleşmesindeki yükümlülükleri yerine getirmeye gayret etmenin adı ise kulluktur.
Yukarıda ifade edildiği gibi her sözleşmenin temel umdesi karşılıklı güvendir. Kulluk sözleşmesinin gereğini yerine getiren her müminin mümeyyiz vasfı emin olmasıdır. Kulluğun zirvesi olan üsve-i hasene Efendimiz (sav.) de içinde yaşadığı toplumda emin sıfatıyla mâruftu. Bizler kulları olarak Allah’a güveniriz. Kullar da emanetine sadık oldukları nispette onun güvenine mazhar olurlar. Beyyine suresi 8’inci ayetinde buyrulan Allah’tan razı olan ve Allah’ından onlardan razı olduğu kimseler Allah’a güvenen ve Allah’ın da onlara güvendiği, emin vasfını cennet libası bilen kimselerdir.
Emanette emin olmak muhakkak yüksek bir ahlâkın önemli tezahürlerinden biridir. Peygamber Efendimizin (sav.) ayna karşısında yaptığı “Allah’ım! Beni güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.”[1] duasını hatırlayalım. Efendimiz (sav.) duasında “halk” ve “hulk” kavramlarını irad buyuruyor. Halk maddi yaradılışımızı ifade ederken, hulk kavramı ise manevi yaratılışımızı ifade eder. İnsanın maddi yönü zahiridir, dışarıdan herkesçe görünüp fark edilen ve değerlendirilebilen kısmıdır. Ancak insanın manevi yönü bâtınında saklıdır. Bâtında saklı olan ise ancak kişinin söz, iş ve davranışlarında tezahür eder. Bu manevi yaradılışa ahlâk adını vermekteyiz. İnsan yavrusu dünyaya geldiğinde hem hulku hem de halkı yani hem maddi yaradılışı hem de ahlâkı bir aradadır ve kemâl yani İslâm fıtratı üzeredir. Dolayısıyla İslâm’da ahlâk bir davranış meselesi olmanın çok ötesinde, bir varoluş meseledir. Daha keskin bir ifadeyle ahlâksız Müslüman diye bir şey yoktur, Müslüman(lık) vardır ve Müslümanlar ahlâklıdır. Ahlâksızlık ya da kötü ahlâk yoktur, ahlâkı bozulmuş kimseler vardır zira ahlâk belirli bir yaşa tevakkuf etmez, ahlâk doğuşta başlar ve başlangıcında kemâl üzeredir.
Kulluk sözleşmemizdeki en temel vazifelerimizden biri de kemâl üzere bizlere emanet edilmiş manevi yaradılışımızı yani ahlâkımızın aslını bozmadan geri teslim edebilmektir. Maddi yaradılışımız fıtrat gereği yaş aldıkça kemâlden zevale doğru -karşı konulmaz olarak- seyreder. Ancak manevi yaradılışımızın seyri, ahlâkımızı kemâlde tutmak da tefessüh etmek de terbiyemize bağlıdır. Ramazan ayı bir terbiye ayıdır. Manevi yaradılışımızı aslına rücu edebilmemiz için Rabbimizin sonsuz rahmetinden bizlere lütfettiği kıymeti nihayetsiz bir ikramdır. Ahlâk, bugün modern şehirli toplumda yaşayan ferdin tek başına muhafaza etmesi güç bir emanettir. İnsanın ünsiyeti ahlâkla olur, içinde bulunduğumuz cemiyetlerin ahlâkıyla ahlâklanırız. Ramazan ayını, Tevbe suresi 119’uncu ayetindeki sadıklarla (emanete sadık olanlarla) beraber olun emrini yerine getirmeye vesile bilelim. Sadakatin ahlaksız olamayacağını, sadıklardan ahlaksızlık sudur edemeyeceğini unutmayalım. Sadakatimizi yenilemenin ahlaktan geçtiğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmayalım. Bu Ramazan, ahlâk-ı hamîdeyi tamamlamak için gönderilen Allah Resulü’nün bize talim ettiği “Allah’ım! Beni güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.” duasını, dilimizden düşürmeyerek sadakatimizin nişanesi kılalım.
Dipnot:
[1] İbn Hanbel, Müsned, I, 403.
Kaynak: Yunus Emre Aydınbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 469