Allah İnsanı Hangi Sözüyle Yarattı?

Allah`a İman

Allah (c.c) insanı hangi sözüyle yarattı? İnsan ne amaçla yaratıldı? Rabbimizin ilk emrinde muhatap olduğumuz konular neler? İnsanın yaratılış gayesi...

Cenâb-ı Hak, insanı «كُنْ : Ol!» sözüyle halk etmiştir. Hidâyet için yine insana kelâmını göndermiştir. İnsanı terbiye için vazifelendirdiği peygamberler de; âyetleri tilâvetle, zikir, hikmet ve güzel öğütlerle, yani yine sözün en güzeliyle insanı irşâd etmişlerdir.

Rabbimiz bu hakikatle, ilk vahyi;

«اِقْرَأْ : Oku!» emr-i ilâhîsi ile göndermiştir.

«Oku!» İlâhî kelâmı oku!..

«Oku!» Kâinat kitâbını oku!.. Yani tefekkür et!..

«Oku!» Kendini oku, kendi hiçliğini idrâk et!.. Rabbini tanıyabilmek için önce kendini tanı, kulluğunu bil!..

Hazret-i Mevlânâ da; işârî, edebî ve tasavvufî bir Kur’ân tefsiri olan Mesnevî’sine;

«بِشْنَوْ : Dinle!» diyerek başladı.

Müşrikler; «Kur’ân’ı dinlemeyin!» diye propaganda yaparlar, hattâ gürültüler çıkarırlar yahut getirdikleri Acem masallarını süslü câriyelerine okutarak, Kur’ân’ın mesajının dinlenmesine mâni olmaya çalışırlardı. Çünkü Kur’ân’ı dinleyen, onun muazzam tesiri altına giriyordu.

Mü’minler ise; «سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : İşittik ve itaat ettik! Duyduk ve uyduk!» diyerek îman ve teslîmiyetlerini ifade ediyorlardı.

Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“Kulağın duyuşu, anlayışları değiştirir; gözün apaçık görüşüyse özü değiştirir.” (Mesnevî)

Demek ki hak ve hakikati dile getiren Allah kelâmına ve Hak dostlarının hikmetli nasihatlerine kulak kesilmek gerek.

Hazret-i Mevlânâ yine der ki:

“Söz söylemek için önce duymak gerek. Bunun için söze, dinlemek yolundan gir.” (Mesnevî)

Cenâb-ı Hak, ilâhî tâlimatlarını tebliğ etmeleri için peygamberler göndermiştir. Peygamberler; insanlara âyetleri tebliğ eder, onların gönül dünyalarını temizler ve onlara «Kitap ile Hikmet»i tâlim ederler.

Son Peygamber Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den sonra ise; O’nun vârisleri olan rabbânî âlim ve ârifler, insanlara sır ve hikmetleri beyân ederler. Bu sırları alabilecek gönül kıvâmı herkeste bulunmaz. Bu sebeple, onları dinlemek ve onların irşâdından istifâde etmek lâzımdır:

“Her gönül, gizli sırları duysaydı; dünyada harfle ses olur muydu hiç?” (Mesnevî)

Hak dostları, gönül deryâlarının derinliklerinde sır ve hikmet tecellîlerine nâil olurlar ve bizler için o sırların tercümanlığını yaparlar. Nurettin TOPÇU’nun dediği gibi, bizim onlardan işittiklerimiz, ancak tâ ötelerden gelen feryatlardır.

Her hâlükârda insan, hidâyete muhtaçtır. Bu hidâyete; vahyin rehberliği olmadan, sırf aklıyla ulaşması mümkün değildir. İnsan haddini bilmelidir. O, yeryüzündedir. Maddî rızıklar olan; yağmur, ışık / nur, sıcaklık gibi, mânevî rızıkları da semâvîdir. Bu sebeple; insanın yeryüzünde elde ettiği fânî bilgi ve maddiyatla böbürlenerek, ilâhî tâlimatlara karşı müstağnî bir hâle bürünmesi, ne acınası bir nankörlüktür.

Bu tür bilgi sahibi oluş, insanı câhilleştiren bir gaflete sebebiyet verdiği zaman hiçbir kıymete sahip değildir. Asıl bilgi odur ki, dâimâ insanı «mârifullâh»ın eşiğine götürsün ve hiçlik deryâsında ârifler kervanına dâhil etsin…

Yani hiçbir bilgi, insanı Rabbine karşı câhilleştirmek için olmamalıdır; çünkü bilginin asıl maksadı, kulu Allâh’a karşı cehâlete düşmekten kurtarmaktır.

Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Yer; gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü hâle gelir.” (Mesnevî)

İnsan kime muhtaç olduğunu iyi bilmeli, ondan yardım talep etmeli.

İnsan ilâhî mesajları okur ve onları dinler ise; aklını vahyin muhtevâsında çalıştırırsa, en güzel tefekküre nâil olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Ocak, Sayı: 167