Allah Kullarını Nasıl Harekete Geçiriyor?
Yüce Allah biz kullarını nasıl harekete geçiriyor ve bu amaçla kullarından neler bekliyor? Allah Teala’nın biz kullarını harekete geçirme şekilleri...
Kur’ân-ı Kerîm’de, ifade edilmek istenen manaya göre kelime seçimine çok dikkat gösterilmiştir. Bunun en güzel misallerinden biri de Yüce Allah’ın biz kullarını belli hedeflere ulaşmak üzere harekete geçmeye yönlendirmede kullandığı lafızlardaki gözetilen dikkattir.
ALLAH BİZ KULLARINI NASIL HAREKETE GEÇİRİYOR?
Allah Teala bir taraftan bize yeryüzünde gezip rızık aramamız için bir yürüyüş önerip ona uygun bir fiil kullanıyor (fe’mşû), diğer taraftan yeryüzünde dolaşıp öncekilerin akıbetlerine ibretle bakmak için de bir yürüyüş önerip ona uygun bir fiil kullanıyor (sîrû). Bulunulan ülkeyi terk edip sığınılacak bir yer aramak gibi belli maksatlar için yapılacak seyahatler için de ona uygun ayrı bir fiil kullanıyor (sîhû).
Bir taraftan da Cenâb-ı Hak bizi sâlih ameller işlemede hızlı davranmaya ve hatta bu hususta yarışmaya davet ediyor; bununla ilgili bir kısım incelikli lafızlar kullanıyor (ve’stebikû). Cuma namazı kastedilerek zikrullah’a koşulmasıyla ilgili başka bir fiil kullanılıyor (fe’s‘av). Yine bizi mağfiretini ve cenneti kazanmada hızlı davranmaya ve hatta koşmaya çağırıyor; bununla ilgili de yine incelikli lafızlar kullanıyor (sâbikû, sâri‘û).
Yine bizi bizzat kendisine yani sevgi ve rızasına kavuşmak üzere hızlı davranmaya ve hatta olabildiği kadar koşmaya çağırıyor ve bununla ilgili de yine son derece dikkatli ve incelikli lafızlar kullanıyor (fefirrû).
ALLAH’IN KULLARINI HAREKETE GEÇİRME ŞEKİLLERİ
Âyet-i kerimeleri hızlı bir şekilde okuyup geçtiğimizde bu incelikleri fark etme imkânı olmasa da ilgili ayetler üzerinde biraz tefekkür fırsatı bulup düşüncemizi derinleştirdikçe bu güzellikler görülmeye ve hissedilmeye başlayacaktır. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:
a) Yüce Allah, içindeki her şeyle birlikte yeryüzünü bizim için bir nimet olarak yaratmış; onun bütün imkânlarını bize boyun eğdirmiştir. Yalnız bu nimetlerden istifade edebilmek için çalışmanın ve emek vermenin gerekliğini bildirmek üzere şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Üzerinde dolaşın (fe’mşû) ve Allah’ın rızkından yiyip için; (ama unutmayın ki) dönüş yalnız Allah’adır.”[1]
b) Dünyamızda olan biten olaylardan ibret almak kulluğun bir gereğidir. Bu sebepledir ki Cenâb-ı Hak bizlere bu maksatla yeryüzünde dolaşmamızı ve geçmişte yaşamış ama yok olup gitmiş kavimlerin kalıntılarından dersler almamızı isteyerek şöyle buyurmuştur:
“(Rasûlüm!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın (sîrû) ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kādirdir.”[2]
c) İnsanlar yeryüzünde farklı maksatlarla dolaşırlar. Kimi gezme, kimi iş yapma, kimi ticaret yapma maksadıyla dolaşabilir. Bunlar arasında bir dolaşma var ki o diğerlerinden çok farklı bir özelliğe sahiptir. O da bulunduğu ülkeyi terk edip sığınıp yaşayabileceği başka bir yerleşim yeri aramak maksadıyla dolaşmasıdır. İşte bu anlamda Yüce Allah, Mekke’nin fethinden sonra Arap Yarımadası’nın bütün müşrik unsurlardan temizlenmesini murad edince malum bölgede bulunan müşriklere ya Müslüman olma, ya Arap Yarımadasını terk etme (fesîhû) veya savaşma seçeneğini sunarak şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın; fakat bilin ki asla Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah inkârcıları er-geç rezil rüsvâ edecektir.”[3]
d) Yüce Rabbimiz sâlih ameller işlemeye ve hayırlı işler yapmaya teşvik için se-be-ka kökünden “birilerini geçmek üzere yarışmak” anlamındaki istibâk fiilini kullanarak şöyle buyuruyor:
“Herkesin yüzünü ona doğru çevirdiği bir yönü vardır. Öyleyse hayırlarda yarışın…”[4]
Yine Kur’an’a vâris olan bir grup Müslümanların onun emirlerine uymada çok dikkatli ve hızlı davrandıklarını ifade etmek üzere de şöyle buyurmaktadır:
“(Sonra biz kullarımızdan seçtiklerimizi o kitaba mirasçı kıldık.) Onlardan kimi de Allah’ın izniyle hayır işlerinde yarışır; işte büyük fazilet budur.”[5]
e) Cuma namazı Peygamberimiz, henüz hicret etmeden önce farz kılınmış ve Medine’deki Müslümanlar tarafından kılınmaya başlamıştı. Peygamberimiz hicret edince ilk olarak Rânûnâ vadisinde Cuma namazı kılmıştır. İlerleyen zamanlarda, Cuma namazı ticaretin hareketlenmeye başladığı öğlen vaktinde olması sebebiyle cemaatin namaza iştiraki noktasında bazı aksaklıklar yaşanmaya başladı. Alışverişi bırakıp Cuma namazına gitme hususundaki bu ihmaller üzerine Müslümanları o vakitte alış verişi derhal bırakıp dikkatli, özenli ve vakarlı bir şekilde namaza gitmelerini (fes‘av) ikaz mahiyetinde şu âyet-i kerime geldi:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.”[6]
f) Yüce Rabbimiz bizi, mağfiretini ve cenneti kazanmak üzere gayretli olmaya ve hatta koşmaya davet ederken bir kısım farklı fiiller kullanmaktadır. Bunlardan biri ne-fe-se kökünden “nefes nefese yarışmak” anlamındaki tenâfüs Mutaffifîn sûresinde iyilerin (ebrâr) cennette, nimetler içinde olacakları, koltuklar üzerinde oturup etrafı huzurla seyredecekleri, sahip oldukları nimetin mutluluk ve sevincinin yüzlerinden okunacağını, kendilerine mühürlenip mührü de misk olan bir şarap sunulacağı haber verildikten sonra şöyle buyrulmaktadır:
“Yarışanlar, işte bunlar için yarışsınlar.”[7]
İlâhî mağfirete ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennetlere koşmaya davet eden kelimelerden biri de, bir yere süratle, koşarak gitmek anlamındaki se-ra-‘a kökünden “koşmada karşılıklı yarışmak” anlamındaki müsâra‘a fiilidir:
“Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!”[8]
Yine ilâhî mağfirete ve cennete koşarak, yarışarak gitmek anlamında kullanılan bir kelime de se-be-ka kökünden müsâbaka fiilidir:
“Genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah’a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan cennete ve rabbinizin bağışlamasına erişebilmek için yarışın. Bu, Allah’ın lutfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lutuf sahibidir.”[9]
g) Yine Cenâb-ı Hak bizi bizzat kendisine yani sevgi ve rızasına kavuşmak üzere hızlı davranmaya ve hatta olabildiği kadar koşmaya çağırıyor. Bunun için de aynı anlamdaki diğer kelimelere nispetle en hızlı bir şekilde koşmayı ifade eden firâr kelimesini kullanıyor:
“(Peygamber şöyle dedi:) Şu halde Allah’a (O’na itaate, O’nun rızasına, sevgisine) koşun. Şüphesiz ben sizin için O’nun tarafından apaçık bir uyarıcıyım.”[10]
Netice itibariyle Kur’ân-ı Kerîm, hangi konuyu anlatmak istiyorsa, o konuya en uygun lafızları seçmekte ve bunları da en güzel şekilde kullanmaktadır. Nitekim bu ayetlerde de yeryüzünde rızık aramak meşyu (fe’mşû); geçmiş ümmetlerin hallerinden ibret almak seyr (sîrû); sığınılacak bir yer aramak seyahât (sîhû); cennete varabilmenin en önemli vesilesi olan sâlih amellerde yarışmak istibâk (fe’s-tebikû); Allah’ı zikre koşmak sa‘y (fe’s‘av); Allah’ın mağfiretine ve cennete koşmak müsâra‘a (sâri‘û) ve müsâbaka (sâbikû); cennetin nimetlerine erişmek için yarışmak münâsefe (fe’l-yetenâfes); bilfiil Allah’a koşmak ise firâr (fe firrû) kelimeleriyle beyân edilmiştir.
Dipnotlar:
[1] Mülk 67/15. [2] Ankebût 29/20. [3] Tevbe 9/2. [4] Bakara 2/148. Bkz. Mâide 5/48. [5] Fâtır 35/32. [6] Cuma 62/9. [7] Mutaffifîn 83/25-26. [8]Âl-i İmrân 3/133. [9] Hadîd 57/21. [10] Zâriyât 51/50.
Kaynak: Ömer Çelik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 448
YORUMLAR