Allah (c.c) Muhabbetinin En Mühim İşareti
Muhabbetin kantarı, fedakârlıktır. Peki Allah (c.c) muhabbetinin en mühim nişânesi, işareti nedir? İşte cevabı...
Yunus Emre Hazretleri buyurur:
Ârif can verir duymaz, yalancı mala kıymaz;
Yalan ile gerçeği, beraber tutmayalar…
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın oğulları Hâbil ile Kābil, Allâh’a birer kurban adamışlardı. O zamanlar kurban, herkesin mesleği îcâbı, elinde bulunan maldan verilirdi. Kurban verilen bu mallar, bir dağ başına konulur, bir müddet sonra gidilip bakıldığında; gökten inen ateş tarafından yakılarak ortadan kaybolan kurbanın, Cenâb-ı Hak tarafından kabûl edilmiş olduğu anlaşılırdı.
Sâlih ve müttakî bir kul olan Hâbil’in koyun sürüleri vardı. Kurban vermek için, içlerinden en semiz ve gösterişli olan bir koçu seçti. Kābil ise, ziraatle meşguldü. Fakat gözünü hırs bürüyüp gönlünü haset ateşi sarmış bulunduğundan, o gaflet içinde, gidip cılız buğdaylardan oluşan bir demeti kurban olarak ayırdı.
Hâbil ile Kābil, bir müddet sonra bıraktıkları kurbanları tedkîk etmek için gittiler. Hâbil’in kurban ettiği koçun kabûl edilmiş olduğunu; Kābil’in cılız buğday demetinin ise bıraktığı gibi durduğunu gördüler. (İbn-i Sa’d, I, 36)
Âyet-i kerîmede:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları Allâh’a ulaşır. Allâh’a ulaşan, ancak takvânızdır…” (el-Hacc, 37) buyrulduğu gibi, kulun Hak katındaki kıymeti de, kalbindeki Allah korkusu ve muhabbeti kadardır.
ALLAH MUHABBETİNİN EN MÜHİM İŞARETİ
Muhabbetin kantarı, fedakârlıktır. Allah muhabbetinin en mühim nişânesi de, kulun gerektiğinde Allah için ne kadar risk alabildiği ve sevdiği şeylerden ne kadar fedakârlıkta bulunabildiğidir. Bunlar, kulun Allâh’a muhabbet ve yakınlık derecesinin en çok test edildiği iki imtihan vesîlesidir.
Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- canıyla, malıyla, evlâdıyla muhabbetullah imtihanlarından geçti, hepsinde de Rabbini tercih ederek Allâh’ın halîli/dostu oldu. Cenâb-ı Hakk’a kalben yaklaştıkça, derûnunda öyle ufuklar açıldı ki, Allah için yaptığı o muhteşem fedakârlıkları bir “hiç” hükmünde gördü. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine ilticâ ederek:
“(Yâ Rabbi, insanların) diriltileceği gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) niyâzında bulundu.
Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz, canını, malını, her şeyini Allah Rasûlü’ne adadı. Fakat kendini hiçbir şey yapamamış bir abd-i âciz olarak gördü:
“–Ben de, malım da, hepsi Siz’e âit değil mi yâ Rasûlâllah?!” dedi.[5] Bu sûretle kendisini bütün varlığıyla Peygamber Efendimiz’e adadığını ve O’nda fânî olduğunu ifade etti.
Buna mukâbil, bazı kimseler de Peygamber Efendimiz’e gelerek, zekât vermekten ve Allah yolunda cihâd etmekten muaf tutulmalarını talep ediyorlardı.
Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:
“…Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (el-İsrâ, 84)
Dolayısıyla kulların bu cihanda Allah için gösterdikleri fedakârlıklar, onların Hak katındaki mevkîlerine de işaret etmektedir.
Kalbi muhabbetle Allâh’a bağlı olan gerçek bir mü’min; ibadetlerini, sâlih amellerini, gayret ve fedakârlıklarını en güzel şekilde yapmaya çalışır, fakat bunların âdeta okyanusa dökülen bir kova su misâli, bir “hiç” hükmünde olduğunu bilir. Kendini henüz hiçbir şey yapamamış, âciz bir kul olarak görür. Ebedî âkıbeti hususunda yüreği tir tir titrer. Son nefese kadar sürekli artan bir kulluk gayreti içinde yaşayıp dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuna, keremine, rahmet ve mağfiretine sığınır.
İnsan ne kadar acıkırsa acıksın, iki-üç kap yemekle karnı doyar. Ardından en lezzetli yemekler bile ikram edilse, artık gınâ gelir, onları yiyemez. Dünyevî lezzetler böyledir. Fakat uhrevî lezzetlerde doyum yoktur. Bunun için Allah yolundaki gayretlerin mânevî lezzetini tatmış bir mü’min, aslâ amellerini kâfî görmez. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:
“Mü’min, sonunda varacağı yer Cennet oluncaya kadar, işittiği hiçbir hayra doymaz.” (Tirmizî, İlim, 19/2686)
Dolayısıyla son nefese kadar sürekli artan bir kulluk gayreti içinde bulunur. Hakk’a yakın gönüllerdeki kulluk edebi böyledir.
Bunun zıddına, îmânın halâvetini ve Allah yolundaki gayretlerin mânevî lezzetini lâyıkıyla tadamamış kullar ise, âdeta mecbûriyet savma kabîlinden yaptıkları azıcık amellerini gözlerinde büyütürler. Kulluk gayretlerini toplumdaki gâfillerin durumuyla kıyaslayıp kendilerini ebedî kurtuluşu garantilemiş gibi görürler.
Hâlbuki Cenâb-ı Hak, yüce Zât’ına kulluğun nasıl yapılması gerektiğini görüp hâlimize çekidüzen vermemiz için; peygamberlerini, sâlih kullarını, Ensâr ve Muhâcirleri örnek göstererek, onlara güzelce tâbî olmamızı istemektedir.
Cenâb-ı Hak:
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe birr’e (yani îman, ibadet, ahlâk ve fazîlette hayrın kemâline) eremezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor.
Bilhassa bu mübârek üç aylar mevsiminde, bu âyet-i kerîme muktezâsınca, Allah yolundaki gayret ve cömertliğimizi test etmeliyiz. Bir infakta bulunurken kalbimizi yoklamalıyız:
“Acaba verirken seviniyor muyuz? Yoksa içimizde dünyevî kaygılar, nefsânî tereddüt ve sıkıntılar mı yaşıyoruz?”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Mart, Sayı: 421