Allah Teâlâ'nın Hz. Âdem'e İsim Öğretmesinden Maksat Nedir?
Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattıktan sonra, onu meleklerin gıpta edeceği ve takdirle emrine râm olacağı bir kıvâma eriştirmek için kendisine eşyânın isimlerini tâlim buyurmuştur.
HAZRET-İ ÂDEM' ÖĞRETİLEN İSİMLERDEN MAKSAT NEDİR?
Âyet-i kerîmede bu hâdise şöyle anlatılmaktadır:
وَعَلَّمَ آدَمَ اْلأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هـؤُلاَءِ
إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
“Allâh Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bu isimleri(n delâlet ettiği şeyleri) meleklere gösterip: «Eğer sözünüzde sâdık iseniz (her şeyin içyüzünü bildiğinizi sanıyorsanız) şunları isimleriyle birlikte bana bildirin!» buyurdu.” (el-Bakara, 31)
Melekler Allâh’ı tesbîh ve tenzîh ettiler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
قَالَ يَا آدَمُ أَنْبِئْهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنْبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّموَاتِ وَاْلأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
“Ey Âdem! Onların (eşyânın) isimlerini meleklere haber ver, dedi. Âdem, (eşyânın) isimlerini onlara anlatınca (Cenâb-ı Hak): «Ben size, ‘göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı ve içinizde gizlemekte olduğunuz şeyleri de bilirim’ dememiş miydim?» buyurdu.” (el-Bakara, 33)
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’a öğretilen isimlerden maksat, bir görüşe göre yeryüzündeki bütün eşyânın isimleri, mâhiyetleri ve husûsiyetleri idi. Burada bizim bilemediğimiz ilâhî san’at, eşyânın hakîkati, yaratılış sırrı, levh-i mahfûz, kader ve ondaki hikmetler ile bütün semâ ve arzdaki ilâhî esrâr, yâni ilâhî esmânın mazharlarıdır.[1] Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın bilinebilmesi, ancak kalbî bir hayât ile mümkündür. Eşyânın hakîkat ve esrârı, kalbî duyuşlar nisbetinde ortaya çıkar. Bu da ancak esmâ-i ilâhiyyeye vukûfiyete bağlıdır. Cenâb-ı Hak:
وَ ِللهِ اْلأَسْمَاءُ الْحُسْنَى
“En güzel isimler Allâh’ındır...” (el-A’râf, 180) buyurarak kendisini ilâhî isimleri vâsıtasıyla kullarının idrâkine takdîm etmiştir.
ALLAH TEÂLÂ'NIN İSİMLERİNİ BİLMEZSEK...
Zîrâ kul, ulûhiyet ile irtibâtını isimle sağlar. Bu gerçek, Allâh’ı tenzih için, O’nun adının vazgeçilmez bir unsur olduğunu ortaya koyar. Bu bakımdan kulun, O’na karşı yaptığı iyi veya kötü fiiller, ulûhiyetinin hakîkatine değil, ismine yönelir. Böylece hakîkati dâimâ münezzeh kalır.
Gerçekten de insan, eğer Cenâb-ı Hakk’a mahsus isimler olmasa, O’na karşı münâsebetlerini düzenlemekte zorluk çeker. Çünkü insan, varlıkları isimde görüp isimle ifâde etmeye alışkındır. İnsan için isim, varlığın tescilidir. Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattığı zaman ona bütün isimleri öğretmiş ve Hazret-i Âdem’in meleklere olan üstünlüğünü bununla ifâde buyurmuştur. Zîrâ bir varlığın adını bilmek, bir anlamda onun zâtî varlığını da tanımak demektir. Nitekim bizler, Cenâb-ı Hakk’ı, O’nun yüce isimleriyle bilmesek, O’nun hakkında ne bilebiliriz ki?
DUÂLARDA ALLAH'IN İSİMLERİNİ KULLANMANIN FAYDASI
Yâni insan, Rabbinin husûsiyetlerini belirten isimlere dâimâ muhtaçtır. Her kul, yaşadığı çeşitli durumlar karşısında, Rabbini, hâline uygun bir ismiyle çağırmak ister. Bu isimler olmasaydı, O’nunla olan irtibâtı çok noksan kalırdı, belki de mümkün olmazdı. Denilebilir ki bu isimler, zât ve ulûhiyet karşısında kulun dilsizliğini bir dereceye kadar gideren ifâdeler, yâni beşer rûhunun çıkmazlarını açan anahtarlardır. Zîrâ Allâh’ın isimlerini sadece zikretmek bile îmânı beslemekte, ilâhî huzûru hissettirmekte, O’na olan aşk ve muhabbeti artırmakta, O’na karşı huşû sâhibi kılmakta, O’nun katında olanlara rağbet ettirmekte, dünyadan ve onun fânî lezzet ve hazlarından vazgeçirip ebedî olana yönlendirmekte ve Hakk’a dönüş/vuslat arzusuyla tutuşturmaktadır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, çeşitli durumlarda okunmasını tavsiye buyurduğu duâ ve zikirlerin, Allâh’ın isimleriyle dolu olması da bu gibi faydaları te’mîn etmektedir.
CENÂB-I HAKK'IN İSİMLERİNİN MÂNÂSI
Çok güç şartlar içinde bulunan, ilâhî merhamete çok muhtaç olan bir mü’min, Rabbinden yardım isterken bu hâlini ifâde edip özetleyecek bir tâbir arar: «Rahmân ve Rahîm» isimlerine sarılır. Günahlarının ağırlığı altında ezildiğinde gönül bağının koptuğunu hissederken Hakk’a yaklaşacak bir vesîle arar: «Gaffâr ve Settâr» isimlerine sığınır. Kâinatta veya kendi rûhunda tecellî eden ilâhî kudret ve azameti temâşâ ederken, kitaplarda ifâde edilemeyecek duygu ve mârifetini dile getirecek bir beyân arar: «Allâhu Ekber» diyerek, dalgalanan rûhunu sükûnete erdirir. Hâsılı kul, kendisinin çeşitli hâllerinde, Cenâb-ı Hakk’ın muhtelif sıfatlarının aracılığı ile rûhunun kilitlenmiş kapılarını açar ve hissettiği nice ihtilâç ve ihtiyaçları giderir.
Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak, kendisini, hakîkate mutâbık olarak, fakat insanların anlayabileceği tarzda tanıtmıştır. Yâni O’nun, kendisini: Alîm, Hakîm, Kadîr, Gafûr vb. sıfatlar vâsıtasıyla tanıtmasında ve insanın da O’nu böyle tanımasında, aslında insana âit şahsî bir sebep vardır. Zîrâ insan, bu vasıfların bir kısmını -son derece sınırlı da olsa- kendisinde bulur. Bu da, beşer idrâkinin îmân ve hidâyeti için lutfedilmiş bir ilâhî mevhibedir.
İLM-İ NÂFÎ
Cenâb-ı Hak, Âdem -aleyhisselâm-’a isimleri öğrettiğini bildirdiği âyet-i kerîme ile bir mânâda:
“Ben eşyânın isimlerini, esrârını, ince hikmetleri, güzellikleri ve ilâhî san’atımı insana bildireceğim…” buyurmaktadır.
Burada insanın fazilet ve şerefinin, elde edeceği ilm-i nâfî sâyesinde mümkün olabileceğine işâret edilmektedir. Bunun için de insan ilmini irfâna çevirip sâlih ameller işlemeye gayret göstermelidir. Zîrâ hedef, takvâdır. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللهِ أَتْقيكُمْ
“…Allâh katında en şerefliniz, en çok takvâ sâhibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13) buyurmaktadır.
Dipnotlar: [1] Geniş bilgi için bkz. Osman Nûri TOPBAŞ, Îmandan İhsâna Tasavvuf, s. 309 vd.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları